ibâdet Posts

“Bir nevi itikâf” başlıklı, Gökhan Özcan’ın yazısından alıntılar (Yeni Şafak, 27 Nisan 2020)

 

Evde kalma günleri mübarek Ramazan-ı Şerif ile birleşince hemen herkesin aklında içinde ‘hüzün’ geçen, ‘burukluk’ geçen birtakım cümleler birikti. Söylemeyi ne kadar istemesek de doğru bu, bu Ramazan, öncekilerden daha mahzun, daha buruk geçiyor bizim için. Sokaklarda o tatlı Ramazan telaşı yok, camiler sessiz, herkesi bir araya getiren iftar davetleri yapılamıyor, ezan saatine kadar hepimizin sabır imtihanından geçtiğimiz o güzel sofralar kurulamıyor. Evlerimizdeyiz, hane halkıyla sınırlı bir sosyal hayatımız var. Buna da şükür elbette, Allah beterinden saklasın. Ama o çok alışık olduğumuz Ramazan atmosferini özlediğimiz de bir gerçek. Belki bunda da bir güzellik var, bir imtihan ve bu imtihandan alınacak dersler var.

(…) Her zaman yapabildiğimiz şeyleri, şimdi yapamıyoruz. Bunu düşünürken, acaba buna karşılık, önceden yapamadığımız şeyleri de şimdi yapabilir miyiz diye bir soru geldi aklıma. (…)

Yemenli bir mutasavvıf: Cebertiyye tarikatının kurucusu Cebertî, İsmâil b.İbrâhim (722/1322 – 806/1403)

 

14. yüzyılda Yemen’de faaliyet gösteren Cebertiyye tarikatının kurucusu. Doğum yeri: Yemen’de Zebîd şehri.

Merhûm Babanzâde Ahmed Naim Bey’in yayına hazırlamış olduğu bir eserden…

 

“Bana dua ediniz ki, istediğinizi vereyim. Dua ile olsun ibâdet etmekten yüksünenler, sonra zelîl ve hakîr olarak Cehenneme girecekler. (Gâfir, 40/60)

Dua ve inanmak hakkında altı küsur yıl önceki bir yazıdan…

 

“İnançlı insan, inandığı için dua etmez, bilakis dua ettiği/edebildiği için inanır. Dahası dua ettikçe inanır.
Ne kadar dua ederse/edebilirse o kadar inanır.”
Dücane Cündioğlu, 3 Temmuz 2010 günü Yenişafak’ta çıkan “Duanın değil anadile, dile bile ihtiyacı yoktur!” başlıklı yazısına yukarıdaki bu cümlelerle başlamış ve Pascal’ın bir sözüne yer vermiş:
-“Agenouillez-vous, priez et vous croirez!”
Yani:
-“Diz çökün, dua edin: inanacaksınız!”

Babanzâde Ahmed Naim Beyin (1872-1934) Türkçesiyle Kunut Duâsı meâli

 

“Allâhım! Biz Sen’den yardım, ettiklerimizden dolayı Sen’den mağfiret dileriz. Sen’den hidâyet isteriz. Sana îmânımız var. Sana tevbe ederiz. Sana tevekkül ederiz. Her gûnâ sıfât-ı medh ile Sana senâ ederiz. Sana şükrederiz. Sana küfretmeyiz. Sana muhâlefet ve isyân edeni başımızdan atıp terkederiz. Allâhım, ibâdeti Sana ederiz. Namazı Sen’in için kılar, secdeyi Sen’in için ederiz. Koşuşup çabaladığımız hep Sana doğru gelmek içindir. Sen’in rahmetini umar, azâbından çekiniriz. Zîrâ Sen’in ciddî azâbın kâfirlere bulaşır.”

Kaynak eser: Sahîh-i Buhârî Muhtasarı ve Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 3. Cild, s.239, Müellifi: Zeynü’d-dîn Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Lâtîfi’z-Zebîdî, Mütercimi: Darülfünun Müderrislerinden Ahmed Naim, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Sekizinci Baskı, Ankara, 1983.

[gûnâ: türlü. Küfretmek: Allah’a ve Din’e inanmamak, Allah’ı ve Din’i inkâr etmek. Kâfir: Küfreden, küfredici.]