ilâhî isimler Posts

“Seçkinlerin seçkinleri” için 13. asırda yazılmış bir eserin tercümesi olan kitaptan alıntılar

 

Sadreddin Konevî‘nin(d.1210-v.1274) Miftâhü’l-Gayb adlı eserinin Ekrem Demirli tarafından Tasavvuf Metafiziği adıyla dilimize çevrilmesi ve yayınlanmasıyla (Kapı Yay., 1. Basım: Aralık 2014) okuma imkânı bulduğumuz kitabın birkaç yerinden alıntılar sunacağım.

“Allâh’ım! Sana yönelirken yolu bulmak üzere kendisini vesile edindiğimiz Efendimiz Hz. Muhammed’e ve onun ailesine kendine dost seçtiğin kişiye merhamet ettiğin gibi merhamet eyle. O’nun ümmetinin seçkinlerinden razı ol. Bu rızanla onları kendi katında saygın bir makama ve yüce mertebeye yerleştir. Bu hamdi dileyenin kalbi ve her istek ve ifâdesinde lisanı ol ki, onun kalbi en nurlu kalb, sözü de en doğru söz olsun. Âmîn.” (s.15)

Bil ki, bu kitap insanların avamı ve geneli için yazılmadığı gibi seçkin insanlar için bile yazılmamış, ‘seçkinlerin seçkinleri’ için yazılmıştır. Onlar sülûk ederken gayelerine varmadan önce kitapdan yararlanır, onun ince sırlarıyla başlangıç hâllerini hatırlarlar. Sonra kemâle ererler ve kemâle erdirirler; şükrederler, basîretlerinin artmasını dilerler. Hak da basîretlerini artırır. Artık cem ve vücûd, yaratma ve tertip sırrına ve nihâî amaç olan sırra kulak ver! ‘Allah hakkı söyler ve doğru yola hidâyet eder.’ (Ahzâb, 33/4) (s.47)

“Siz umûr-ı dünyânızı benden daha iyi bilirsiniz” (Hz. Muhammed S.a.v.)

 

Peygamberimiz (S.a.v.) Efendimizin başlıktaki sözünü içeren ve o bağlamda aşağıda Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I (Müellif: Muhyiddin İbn Arabî, Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı- Dr. Selçuk Eraydın, 7.Basım, 2017, M.Ü.İ.F. Vakfı Yayınları) adlı eserden (s.224-225) bir bölümü aktaracağım (Eseri yayına hazırlayan -ikincisi merhûm olan- kıymetli hocalarımız günümüz Türkçesine olabildiğince yakın bir dili amaçlamışlarsa da, daha kolay okunup anlaşılması için bazı kelimelerin karşılıklarını vereceğim veya öyle kelimeler yerine onların karşılığı olabilecek kelimelerle ifade yolunu tercih edeceğim.):

” ‘Ben şefâat bâbında veled-i Âdem’in seyyidiyim’ buyurmakla siyâdetini hâs hâl ile, yani şefâat kaydıyla, tayin ve takyîd eyledi; ‘Ben veled-i Âdem’in seyyidiyim’ demek sûretiyle siyâdetini ta’mîm etmedi, yani işlerin tümünde ve cüz’î ve küllî durumlarda siyâdetini beyân buyurmadı; dahası ‘Siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz’ anlamındaki (başlık yaptığım) sözünü beyân buyurdu. (şefâat:birinin suçundan geçilmesi veya dileğinin yerine gelmesi amacıyla edilen aracılık; bâb: kapı, konu, husus; veled-i Âdem: Âdem’in çocukları; siyâdet: efendilik; ta’mîm: genelleştirme; hâs hâl: özel durum; ta’yîn: belirli kılma; takyîd: kayıd ve şarta bağlama)

12.- 13. asırlarda yaşamış İbn Arabî’den ve 13. asrın iki büyük ârifinden (Sadreddin Konevî, Mevlânâ) sözler…

 

“İmdi hâriçten delil talebinden sakın! Basamaklara muhtaç ol! Ve delili zâtın için zâtından taleb eyle. Hakk’ı zâtında bulursun. Görmedin mi ki, Resûlullah (sav) Efendimizin nübüvveti (peygamberliği) sâbit olduğu ve akıl sâhipleri, kendilerinde, (Sav) Efendimizin kendisinin hevâsından değil Allah Teâlâ cânibinden söz söylediği karar bulduğu vakit, boyun eğmeğe ve teslîme dahil oldular. Ve onlar üzerine mükellef kılma görevleri mutasarrıf oldu. Ve onlar ‘delili nedir ve illeti nedir?’ diye suâl etmediler.” (Muhyiddin İbn Arabî, Tedbîrât-ı İlâhiyye, Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayan:Prof. Dr. Mustafa Tahralı, s.53, İz Yayıncılık, 6. Baskı, İstanbul, 2013)