“Yaratılışın başlangıcına ve insanın tarihine ilişkin kapsamlı bir hikâye”
Prof. Dr. Ömer Türker‘in, CİNS adlı aylık derginin Şubat 2021 sayısında çıkan “TARİHÇİLERİN BAŞLANGIÇ HİKÂYESİ” başlıklı yazısından yer yer yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı. Başlığını da söz konusu yazının bir yerinde ard arda geçen ve birbirini tamamlayan şu iki cümlenin ikincisinden alıntıladım: “Bu eserler arasında Taberî’nin Tarihu’l-ümem ve mülûk adlı eserinin hususî bir yeri vardır. Zira bu eser, yaratılışın başlangıcına ve insanın tarihine ilişkin kapsamlı bir hikâye barındırır.”
“Kur’an ve hadîslerde yaratılışın başlangıcı, aşamaları, süresi ve sonu hakkında epeyce açıklama bulunur. Bu açıklamalar, erken dönemden itibaren bilhassa müfessir, muhaddis ve tarihçilerin dikkatini çekmiş ve İsrailiyyat sayılan bir kısım verilerle de meşbu hâle getirilerek işlenmiştir. Fakat muhaddislerin bir haberi kabul etme şartları, müfessir ve tarihçilere göre daha ağırdır. Bu bakımdan İslâm’ın genel olarak âlem tasavvuru ve dünya tarihi anlayışının şekillendiği ilk metinler erken dönem tefsirleri ve tarih metinleridir. (…)
Bizzat Kur’an’da bütün âlemin yaratılışını konu edinen âyetler vardır ve bunların nasıl anlaşılacağı başından beri müfessirlerin ana uğraşlarından biri olagelmiştir. (…)
Fakat tefsirlerde ilgili âyetlerde açıklama yapıldığından anlatının bütünlüğünü oluşturma okuyucuya bırakılır ve okuyucu dikkati ölçüsünce müfessirin zihnindeki bütünlüğü keşfedip kendi zihninde yeniden inşa edebilir. Diğer deyişle tefsir, doğası gereği parçalı açıklama yapar ve parçaları birleştirme işini okuyucuya havale eder. (…)
Erken dönem tefsir kitaplarında gördüğümüz bütüncül anlatının kelâm kitaplarında karşılık bulmadığını belirtmek gerekir. (…) Kelâmcılar yaratılışla ilgili hadisleri mütevatir olmadığı (güvenilir ravilerce rivayet edilmediği -a.a.-) için dikkate almamışlar, âyetleri ise yoruma muhtaç kabul ederek tefsir faaliyeti kapsamında değerlendirmişlerdir.
İslam düşünce geleneğinde sözü edilen anlatıyı hakiki anlamıyla bütüncül bir evren tarihine dönüştüren ve bir dünya tarihi tasavvurunun mukaddimesi hâline getirenler gerçekte tarihçilerdir. Bunun en önemli sebebi, tarih kitaplarının karakteridir. Tarih kitapları, tefsir kitaplarından farklı olarak, bir konuyu tarihçinin ilgisi, bilgisi ve inşa gücüne bağlı olarak bütüncül şekilde anlatmaya imkân verir ve daha elverişli bir anlatım gücüne sahiptir. (…) Taberî’nin (224 / 839-310 / 923) Tarihu’l-ümem ve mülûk adlı eseri yaratılıştan 302 (915) tarihine kadarki olayları anlatan mütekâmil bir dünya tarihidir. (…) Taberî’ye ‘tarihçilerin babası’ ve ‘tarihçilerin pîri’ ünvanını kazandıran bu eser, İslam tarihçiliğinde de müstakil bir ekol oluşturmuştur. (…) Bu eserler arasında Taberî’nin eserinin hususi bir yeri vardır. Zira bu eser yaratılışın başlangıcına ve insanın tarihine ilişkin kapsamlı bir hikaye barındırır. Taberi’nin sözlerinden iki cümle: “(…)Yüce Tanrı zamanı yaratmadan önce ne gibi bir varlık mevcuttu? Zaman yok olduktan sonra ne kalacak? (…)”
Bu açıklamalardan sonra Taberî önce yönteme ilişkin bir açıklama yaparak eserde aktarılan bilgi ve haberlerin pek azı hariç tamamının senetleriyle birlikte verilmiş rivayetlere dayandığını, zira sözü edilen kişi ve olayların akıl ve istidlalle bilinmeye elverişli olmadığını, bu haberleri gerçek dışı bulanların veya yadırgayanların, açıklamaların tamamen rivayetlere dayalı olduğunu dikkate alması gerektiğini belirtir. (…) O, her bir konu hakkında birbirinden farklı rivayetleri sıralar ve içlerinden kendi şartlarına göre en sahihi hangisi ise onu tercih eder. Bu sebeple aşağıda yalnızca Taberî’nin tercih ettiği rivayetlerin oluşturduğu bütünlüğü arz etmeye çalışacağım.