Kur’an Posts

“Bütün lisanların gücüne sığınılarak kurulan şiir”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde (İsmet Özel Köşesi) “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” üst-başlığı altında çıkan “PERGELLE ÇİZİLEN KUSURSUZ DAİRE” başlıklı yazısı (istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=56) daha ilk cümlesinde bir şairin neden şair olduğunu beyan eden şu cümlesiyle başlıyor:
“Bir şair hangi lisana yaslanırsa yaslansın şiir sanatının gereklerini yerine getirdiği için değil bize ancak o lisan üzerinden verilebilecek bir dünya verdiği için şairdir.” Şunu da söylüyor: “Her dil bir lisan olgunluğuna gelmek için şiirle sıkı münasebeti olan bir anlatım iskeleti edinir. Şiir sanatının gerekleri bu iskelette saklıdır.” (…)

Bunlardan başka bu değerli yazının birkaç yerinden daha alıntılamalar yapacağım.

“O bir zamandı ki, Kur’an nâzil olmuş ve Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem ikna ettiği Müslümanlar üzerinden bir toplum inşa faaliyetine girişmişti. (…) Hıristiyanların Müslümanlar üzerine bir ordu hazırladıkları haberi Müslümanları sefer hazırlığına zorladı. (…) Tebük seferi hazırlıklarından çatışmanın vuku bulacağı düşünülen yere intikale kadar geçen süre ders alınacak olaylarla doludur. Bizans ordusunun gözü Müslümanlarla çatışmağa girmenin bedelini götürmedi.
Bu Tebük seferinin çatışmasız sona ermesinin sebebi olduğu kadar bugün ihtiyacımız olan Türk tarifimizin de dayanağıdır.
Seferin öncesi sonrasından daha mühimdir. Çünkü dünyanın tümünün ehl-i din hale gelmesinden ziyade dinine sahip çıkan insanların bir numune teşkil etmeleri insanlığın kaderi itibariyle daha mühimdir. 
Bu sebeple iki vakıayı gönül rahatlığıyla karşılaştırabiliyoruz. İlk vakıa Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olmasıdır. Bununla cennetten kovulmuş insanların yerküre üzerinde salih bir hayattan haberdar olması teminata bağlanmıştır. Türklerin vatan sahibi olmaları ikinci (yani hayırlı) vakıadır. (…)

“Kur’an bizi her hususta bilinçlendiriyor.”

 

İsmet Özel”in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde “PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU” üst-başlığı altında çıkan “ÖNCELİĞİ KALEMİN YAZIŞINA MI, YOKSA SİVRİ UCUN BATIŞINA MI VERELİM?” başlıklı, 17 Cemâziyelevvel 1442 (1 Ocak 2021) tarihli yazısından yer yer yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

(…) İşin pergel istiaresiyle başlayan kısmını yerli yerince anlamaz isek kocayan kurdun köpeklerin maskarası oluşu durumuna düşeriz. (…) Batan ucun sabitlediği sanatçı kendini niçin yaratılışın bir yerine konduğu fikri sayesinde bütün sabitlenen eşhası kardeşi sayma yerine sevk edilir. (…) Bir sanatçının hayatı itiraf ve inkâr arasında mı geçer? Sanırım öyledir. Sanatçılar hakkaniyetin muhtevasını önce itiraf, sonra inkâr eder. (…) İsmet İnönü’ye bir anıt-mezar tahsis etmeği niçin kimse aklına getirmedi? Çünkü onun siyaseti inkılapların muhafızlığıyla kayıtlıydı. Bu sebeple ona Anıtkabirde bir makam tahsis edilmesinde şaşılacak bir şey yok. (…)

(…) Kur’an bizi her hususta bilinçlendiriyor. Bir yanımızda şiir kılığına girme telaşı içinde ortamı gürültüye boğan metinler var. Diğer yanımızda ise ne hüsnünden ne de haslığından taviz vermeğe yanaşan şiir yer alıyor. (…) Dünyada sahip çıktığımız statü batan sivri ucun verdiği acıyla birebir bağlantılıdır. (…)

“Kıymeti itikatta bulurlardı; bir başka şeyde değil.”

 

İsmet Özel‘in “Türk Olmakta Niçin Israr Ediyoruz?” başlıklı, İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer alan “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” üst-başlığı altındaki 10 Cemâziyelevvel 1442 (25 Aralık 2020) tarihli yazısından yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Daha doğrusu Türk olmayanlar bize, biz Türklere vatanımız dışında bir yeri işaret ederek ‘Siz aslen oralısınız!’ deme ısrarından bir türlü vazgeçmiyor? (…) Davası varmış gibi yapanların nesine güveneceğimize akıl erdiremiyoruz. (…) Biz Türklerin ne dostunu bıraktı kapitalizm, ne de sahici düşmanlarını. (…)
(…) Tarih soruların cevabını sarıp sarmalamış. Mekteplerde uygulamasını gördüğümüz tarih Türklerin uydurma kökenlerini ne derecede süsleyip püslemiş olursa olsun biz Allah’ın askerleri olarak kendi hikâyemize Haçlı Seferleriyle başlama mecburiyeti altındayız. Müslümandık ve tarih sahnesine henüz ismi verilmemiş bir millet olarak çıktık. Türkçe yazmayan kendine mahsus bir Farsça ile yazan Rûmî niçin ‘Doğduğum yerlerde kalmış olsaydım belki ilim sahasında eser verirdim; ama bu topraklar beni şair kıldı’ demek ihtiyacını duymuştur? (…) Derme çatma Türkiye’de yaşamadığımızı, yaşadığımız yerin adının Türkeli olduğunda anlaşmak mecburiyeti bizi bekliyor. (…)

(…) İslâm’ı ciddiye alanlar cepleri şişkin insanlar değil, devlet yapısında imtiyazlar elde etmiş olanlar hiç değil. Geriye benim bu yazımı okuma zahmetine uğramışlar kalıyor. Onlar da değil. Zengin ve makam sahibi olmadıkları halde Türklerin ölüm sonrası hayatlarını gündelik meşguliyetleri içine sığdıran Türkleri kaybetmek istemeyenler türlü işler çeviriyor ve biz İslâm’ın ciddiye alındığı topraklarda yaşamanın tesellisiyle avunuyoruz. (…)
Bu yazının baş kısmında bilek güreşinden söz ettim ve bunu vuku bulması imkânsız bir olay olarak andım. Ortalıkta bileğine güvenen kimse kalmadığına göre iki kefeli bir terazi geliyor aklıma. Türk toprakları yerküre üzerinde Cumhuriyet idarecileri elinden bir parlak geleceğe doğru yön tutmuş halde midir, yoksa en az 400 yıldır yaşadığımız adamdan sayılma dilenciliğine rıza göstererek ömrünü uzatmağa mı çalışacaktır? (…) Devlet sosyalist olmayan bir solu öne çıkardı. Bundan iki fayda umuyordu: Birincisi Moskof düşmanlarından aferin almak, ikincisi Türk milletinin düşünme kapasitesini saptırmak ve böylece yok etmek. Türklerin topraklarında en rahat hareket eden insanlar gerçekte ne selâm vermeğe değer, ne de verdiği selâmı almağa.

Muhyiddin İbn Arabî’den Tavsiyeler

 

Büyük sûfî düşünür M. İbn Arabî‘nin (1165-1240) en ünlü iki eserinden biri olan Fütûhât-ı Mekkiyye adlı şâheseri (diğeri Fusûsu’l-Hikem) dilimize Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak çevrilmiştir (Litera Yayıncılık). Bu eserin 18. (son) cildinden Tavsiye başlığı altında yer alan bölümlerden, Şeyhü’l-Ekber (En büyük Şeyh) ünvanlı müellifin bazı sözlerini aktaracağım.

Müslüman olmanı sağlayan cümleyi ısrarla söylemelisin. O cümle ‘Allahtan başka ilah yoktur (La-ilahe illallah)’ cümlesidir. (…) Bilmelisin ki bu cümle tevhid kelimesidir. (…) Hz. Peygamber’in şöyle söylediğinde tereddüt yoktur: ‘Ben ve önceki peygamberlerin söylediği en üstün söz ‘La ilahe İllallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’ ifadesidir. (…) Dostum! İnsanların geneli nezdinde sabit olan zikri yapman gerekir. (…) Her insan -yolunu bilmese bile- kurtuluşu arar. ‘La ilahe’ diyerek bir şeyi olumsuzlayan, olumsuzladığının varlığını ‘illallah’ diyerek olumlar. (…) ‘La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’ diyenlere karşı düşmanlık beslemekten uzak durmalısın! (…) Onlar hata etseler ve hatta yeryüzünü hatayla doldursalar bile, Allah’ın dostlarıdır. Onlar Allah’a ortak koşmazlar. Ne kadar hata yapsalar da, Allah o hatalar mislince mağfiretle kendilerini karşılar. Kimin Allah ile dostluğu sabit ise onunla savaşmak haramdır. (…) (s. 187-188-189)

“Kavrayışı kendimize ait kılmanın yolu”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” üst-başlığı altında çıkan “Hafızaya Güvenmek Veya Sadece Güvenmek” başlıklı, 26 Rebiül ahir 1442 (11 Aralık 2020) tarihli yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

(…) Biz Müslümanlar Müslimler bir tarafta gayri-Müslimler karşı tarafta bulunmak üzere dünyayı ikiye bölmüş haliyle kavrarız. Kavrayışı bu yoldan kendimize ait kılarız. Eğer gerçekten Müslüman kimliğine sahip isek bizimkinden daha farklı bir akıl düzeni iddiasını ileri sürmek hem akıldan, hem düzenden mahrum kalışın bir belirtisidir. (…)

(…) Bardağın boş mu, dolu mu olduğu hakkında fikir beyan etmek beşerin dünyaya boşuna gelip gelmediğini işaret etmenin yani ahlak vecibelerini ciddiye alıp almamanın sonucudur. (…)

(…) Türkler eğer millî varlıklarını ciddiyetle hesaba katmış olsalardı Hıristiyan XIII. asrında temine muvaffak oldukları güveni tazeleyebilirlerdi.