millet Posts

“(…) modası geçmeyen bir modadır bu.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde
“İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” üst-başlığı altında “REY DEMİYORUZ OY DİYORUZ” başlıklı, 30 Cemâziyelahir 1442 (12 Şubat 2021) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=59&Ktld=3) ilk paragrafının son cümlesinde geçen ve o cümlenin son kısmı olan bu yazının başlığındaki ifadenin tamamını alıntılayacağım ilk olarak:
“Neleri Müslümanların yapabileceğine, neleri yapamayacağına akıl yoran ulemayı yerinden edip devlet kararlarına dokunulmazlık tanıyan kişileri iş başına getiren III. Selim’in saltanat sürdüğü günlerden itibaren modası geçmeyen bir modadır bu.”

Yazının ikinci paragrafı düşündürücü şu tespitlerle başlıyor:
” Yanlışlıklar var ve fakat millet olarak içine düştüğümüz bunca yanlış bir yanlışlıklar komedyası etmiyor. Yaşadığımız günlerin yaşanılası günler olduğuna bizi edebiyatın ikna ettiği gerçeğinden harekete geçme mecburiyeti altındayız.” Hemen bu cümleyi şu ikna edici düşünceyi yansıtan kısa üç cümle izliyor:
” Tersi de olmaz mı? Belki daha çok o olur. Bir toplumu edebî eserin hicviyesinin yerini hiçbir engelleyici veya teşvik edici kanun tutamaz.” Ardından gelen iki cümlelik ifadeleri de alıntılamadan edemeyeceğim:
“Biz Türkler olarak o günlere ulaştık ki dilimiz, lisânımız, lügatimiz bir korumadan mahrumdur. Koruma doğarsa vatanı koruma tavrından doğabilir ve benim bunları kâğıda geçirmeme gerek kalmaz.” Ard arda alıntılama yapmak zorunda kalıyorum, vazgeçemiyorum çünkü o haklı tespitlere yer vermekten.

“Kıymeti itikatta bulurlardı; bir başka şeyde değil.”

 

İsmet Özel‘in “Türk Olmakta Niçin Israr Ediyoruz?” başlıklı, İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer alan “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” üst-başlığı altındaki 10 Cemâziyelevvel 1442 (25 Aralık 2020) tarihli yazısından yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Daha doğrusu Türk olmayanlar bize, biz Türklere vatanımız dışında bir yeri işaret ederek ‘Siz aslen oralısınız!’ deme ısrarından bir türlü vazgeçmiyor? (…) Davası varmış gibi yapanların nesine güveneceğimize akıl erdiremiyoruz. (…) Biz Türklerin ne dostunu bıraktı kapitalizm, ne de sahici düşmanlarını. (…)
(…) Tarih soruların cevabını sarıp sarmalamış. Mekteplerde uygulamasını gördüğümüz tarih Türklerin uydurma kökenlerini ne derecede süsleyip püslemiş olursa olsun biz Allah’ın askerleri olarak kendi hikâyemize Haçlı Seferleriyle başlama mecburiyeti altındayız. Müslümandık ve tarih sahnesine henüz ismi verilmemiş bir millet olarak çıktık. Türkçe yazmayan kendine mahsus bir Farsça ile yazan Rûmî niçin ‘Doğduğum yerlerde kalmış olsaydım belki ilim sahasında eser verirdim; ama bu topraklar beni şair kıldı’ demek ihtiyacını duymuştur? (…) Derme çatma Türkiye’de yaşamadığımızı, yaşadığımız yerin adının Türkeli olduğunda anlaşmak mecburiyeti bizi bekliyor. (…)

(…) İslâm’ı ciddiye alanlar cepleri şişkin insanlar değil, devlet yapısında imtiyazlar elde etmiş olanlar hiç değil. Geriye benim bu yazımı okuma zahmetine uğramışlar kalıyor. Onlar da değil. Zengin ve makam sahibi olmadıkları halde Türklerin ölüm sonrası hayatlarını gündelik meşguliyetleri içine sığdıran Türkleri kaybetmek istemeyenler türlü işler çeviriyor ve biz İslâm’ın ciddiye alındığı topraklarda yaşamanın tesellisiyle avunuyoruz. (…)
Bu yazının baş kısmında bilek güreşinden söz ettim ve bunu vuku bulması imkânsız bir olay olarak andım. Ortalıkta bileğine güvenen kimse kalmadığına göre iki kefeli bir terazi geliyor aklıma. Türk toprakları yerküre üzerinde Cumhuriyet idarecileri elinden bir parlak geleceğe doğru yön tutmuş halde midir, yoksa en az 400 yıldır yaşadığımız adamdan sayılma dilenciliğine rıza göstererek ömrünü uzatmağa mı çalışacaktır? (…) Devlet sosyalist olmayan bir solu öne çıkardı. Bundan iki fayda umuyordu: Birincisi Moskof düşmanlarından aferin almak, ikincisi Türk milletinin düşünme kapasitesini saptırmak ve böylece yok etmek. Türklerin topraklarında en rahat hareket eden insanlar gerçekte ne selâm vermeğe değer, ne de verdiği selâmı almağa.

İsmet Özel’in “Dünyayı Görmek, Bile İsteye Dünyayı Görmekten Kaçınmak” başlıklı yazısından alıntılar

 

Başlıkta yazarını ve başlığını belirttiğim yazı, İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer alan 24 Zilhicce 1441 (14 Ağustos 2020) tarihli bir yazıdır. Her yazısını ilgi ve merakla okuduğum şair-yazar İsmet Özel‘in bu yazısından bazı cümlelerini alıntılamakla yazının tamamını okumak isteyeceklerden bir kısmını olsun bu yazıdan haberdar etmiş olacağım.

Gösteririm! İkaz ve tehdit olarak çıkar bu ibare Türkçe konuşanların karşısına. Biz Türkler bir şeyin, o her ne ise bize gösterilmesinden çekinir, giderek korkarız. (…) Olgunluğun görmüşlükte, geçirmişlikte gizlendiğinden eminizdir. Görmek dediğimizin dünyayı görmekten başkası olmadığına kaniyizdir. Nedir o halde dünyayı görmek? Anamızın karnından çıktıktan sonra tanıdığımız saha hangisi olursa olsun onun zevkine varmak mıdır? Evet, öyledir. (…) Eskiden “İstanbul’a yaşamağa gitti” denirdi. (…)
İnsanlar arası münasebette görgüsüzlük orta sınıf mensuplarının en uzakta durmasını istediği şeydir. Görgü misafirlikte tok gözlü, alış verişte nazlı, ikramda cömert olmağı gerektirir. (…) Kumardan kazançlı çıktığımızın faydasına vasıl olmak bu dünyada mümkün değil. Görgümüzün faydası sarih olarak öte dünyada ortaya çıkacak bir şeydir. (…)
Edebiyat bizim yazma işine olduğu kadar okumağa gösterdiğimiz dikkatle bire bir bağlıdır. Görgüsüz edebiyat olmaz.
(…) Bir davranış stratejisi geliştirebilir miyiz? Hayır, kaderimiz neyse onu yaşamak mecburiyetindeyiz. (…)
Buradan dünyayı görme hakkında bir fikir çıkacaktır. (…) Görmek giderek elektrik ışığını değil, gün ışığını gerektirir.(…) Görmek huzur verir bize, çünkü kendimizin görmesi büyük ölçüde görülmemize bir başlangıçtır. (…)
Sabaha ulaşmak günün sırlarından üstü örtülü biçimde haberdar olmak varlığa sızmak anlamı taşır. (…) Yılda bir ay bizim elimizden tutan oruçtur. (…) Oruç tutmanın açlığa katlanmaklabir ilgisi yoktur. Şuurun bizi ne kadar yükselttiği oruçla hissedilir. (…)

Bir gazete yazısından depremle ilgili önemsediğim cümleler

 

Mevlana İdris’in ‘Karar’adlı gazetede çıkan 28.01.2020 tarihli ve ‘Deprem Politik’ başlıklı yazısını bu konuda gazetelerde çıkan yazılar arasında nitelik yönünden nâdiren karşılaştığım değerde bir yazı olarak okudum. Bu yazının birkaç yerinden alıntılar sunacağım.

“Bu bizim ilk depremimiz değil ve son deprem de değil. Deprem kuşağında yaşadığımızı unutmak bir şey değiştirmiyor.”

“Depremin olduğu ilk anlardan itibaren ve sonraki aşamalarda sosyal medyada tuhaf tutumlar takınanlar oldu. Tuhaf da demeyelim kötü tutumlar ve kötü yaklaşımlar, yalanlar, nefretler. Elbette bunlar çoğunluk değildi, elbette kolu ancak kendisini çamurlamaya yetecek uzunlukta kimselerdi ama nasıl söylemeli, o felaket ânındaki bu pusuya yatmış çakallığın ayağa kalkması yine de ürpertici ve rahatsız ediciydi.”

“Bu millet ve bu devlet 99 depremini de gördü. Unutmuş olabilir miyiz olanları?”

Son aylarda, haftalarda, günlerde çıkmış önemsediğim yazılardan birer alıntı

 

“(…) Ancak Osmanlı ve Batı toplumlarında ‘ırk’ın eski anlamlarında da istimâli sürmüştür. Örneğin, Türbedâr Ahmed Amiş Efendi, gençliğinde Yanık Selvi (Sevlievo) Bektaşî dergâhına giderek Sadık Efendi’ye intisab etmek istediğinde kendisine ‘oğlum daha gençsin, vaktin gelince ırkı temiz birisi gelib seni bulunduğun yerde irşâd eder’ cevabı verilmiştir.(…)” (M. Şükrü Hanioğlu, “İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz?” başlıklı yazısından, Sabah, 11 Kasım 2018)