müdahale Posts

İsmail Kara: “Travma ile baş etmedik, travmaya alıştık.”

 

SERBESTİYET adına Gülsüm Ekinci 1 Mart 2021 günü İsmail Kara ile bir röportaj (https://serbestiyet.com/haberler/ismail-kara-hepimizin-kaybettiği- bir-yerde- islamcılar-sinandı-ve-kaybetti-demek-zugurt-tesellisi-52978/) gerçekleştirdi. Bu röportajdan bazı soruları ve bunlara İsmail Kara’nın verdiği cevapları alıntılayacağım. Böylece bu önemli röportajı kısmen de olsa alıntılayarak, böylesi konulara merak ve ilgi duyacakların nâçizâne haberdar edilmesine ve onları röportaj metninin tamamını okumaya yöneltmede mütevazı bir katkım olmasını amaçlamaktayım.

İlk soruyu sorarken ifadesi şöyle Gülsüm Ekinci’nin :
Röportaja dindarlar 28 Şubat travmasıyla nasıl baş etti, sorusuyla başlayacaktım fakat soruyu genelleştirmek daha doğru olacak. 28 Şubat travmasıyla milletçe nasıl baş ettik?” Bu soruya İsmail Kara’nın cevabı geniş olduğu için bazı cümlelerini aktaracağım. İlkini başlıkta ifade ettim; ikincisi ve onu izleyeni şöyle: Kulak çınlamasına, tansiyona hatta krize alışmak gibi bir şey bu. Ama o orada duruyor ve kendi başınıza kaldığınız zaman ciddi ciddi hissediyorsunuz, uykularınızı bölüyor. (…)
Eklemek lâzım 28 Şubat, dindarların bir kısmı dahil bazıları için fırsatlar da hazırladı, yükselme imkânları doğurdu. Onlar kısa bir zaman sonra rahat ve memnun hale geldiler. (…)


32. Gün belgeselinde Mehmet Ali Birand’ın 28 Şubat’ı, “Asker balans ayarı yapayım derken laik cumhuriyetin kabuğunu kırdı” sözleriyle yorumlamasına değinirken İsmail Kara şöyle diyor: “Mehmet Ali Birand’ın bildik yorumuna geçersek bu doğru değil, en azından daraltıcı bir yaklaşımı sergiliyor ve yetersiz. Kabuğu kırmak diye bir şey olduysa -ki bunun da doğru olmadığı bugün için daha rahat söylenebilir- bu tesadüfen yahut yanlışlıkla olmadı, programın bir parçası olarak ve bilerek yapıldı. İmzaları atanlar ne kadar iyi ve derinliğine biliyorlardı, ona bir şey diyemem ama programda var olduğunu düşünmek lazım. Askere en yakın gazetecilerden biri olarak Birand bunu iyi bilirdi. “


“Hedef dindarlar mıydı?” sorusuna İsmail Kara’nın cevabından şu düşünceler ve görüşler: “(…) Bence dindarlar yakın ve görünür konjonktürel hedefti, ilk haksızlıklara da onlar, onların çevreleri, kurumları, şirketleri uğradı, zaten çelimsiz olan din eğitimi baltalandı, ama esas mesele bütün darbelerde olduğu gibi Türkiye’ye müdahale etmekti. (…)
Ben temel meselemizi devletin bölünmüşlüğünde ve bunun zayıflayarak da olsa toplumsal kesimlere yansımasında görüyorum.  (…)
Siyasetçilerin, bürokrasinin, basının, patronların, hatta sendikaların, yüksek yargının da dahil olduğu daha geniş bir çerçeve ve sorumlular 28 Şubat’ı mümkün ve etkili kıldı. Dış mihrakları zikretmek ayrıca gerekmez herhalde…”

Ömer Türker’in “Evrim Teorisinin Sorunları (lll)” başlıklı yazısından alıntılar

 

Aylık CİNS adlı derginin Eylül 2020 sayısında (sayı: 60) çıkan bu yazıdan yer yer alıntılar sunacağım.

“Önceki yazıda bahsettiğim senaryodaki olaylar dizisini ve açıklamayı olduğu gibi koruyalım. (…) Evrilmeye sebep büyük salgınlar olduğunu tespit etmiş olalım. Fakat bütün bunların ilâhî bir irade tarafından gerçekleştirildiğini ve evrenle birlikte dünyada gerçekleşen her şeyin ilâhî bilginin bir eseri olduğunu kabul edelim.

İlâhî bilginin bize kapalı yönünün kurtların evrim sürecine ilişkin bilgilerimiz arttıkça vazıh hâle geldiğini ve değişimlerin, âlemin bütünüyle ilgili nihai bir gayenin parçası olduğunu düşünelim. Bu gaye, vahdet-i vücûdcu sûfilerin düşündüğü gibi Varlık’ın ezelden ebede süregiden zorunlu zuhuru veya ilâhî isimlerin zorunlu tecellisi olabilir.

Gaye, kelamcıların düşündüğü gibi tam olarak bilme imkânımız bulunmayan bir hikmetin tahakkuku ve ilâhî teklifin bir uzantısı olabilir. (…)

Şimdilik bunlardan herhangi birinin olabileceğini kabul edelim. Kısaca teoriye doğal süreci aşkın bir fâilin bilinçli müdâhalesini ve nihai tahlilde ondan kaynaklanan bir gayeyi dâhil edelim. Bu durumda evrimci izah, açıklama gücünü kaybeder mi?

Bu sorunun iki yönlü bir cevabı vardır.
Birincisi, bunları dâhil etmek biyolojik seviyede hiçbir katkı sağlamamaktadır. (…) Çünkü bilgimizin değiştiği kısım, biyolojiyle ilgili değil, biyolojide incelenen nesne veya durumun var olmak bakımından özellikleriyle ilgilidir, yani metafiziktir.

(…)

Pekâlâ bu mülahazalar ne işe yarar? Bu değerlendirmeler bize insanlık dediğimiz şeyin ne olduğuna, genel olarak hayatın anlamına, yapılan fiillerin insan olarak bize katkısının bulunup bulunmadığına ilişkin metafizik bir kavrayış sunar. Bu kavrayış bizzat o fiilin gerçekleşme sürecinin doğru bir tasvirinden daha önemlidir fakat fiilin ‘alanla ilgili'(a.a.) çözümlemesine hiçbir katkı sunmaz.

(…)

İşte aynı durum, biyolojik bir olayın tasviri için de geçerlidir.

Metafizik mülahazalarımız, bir bütün olarak canlılar dünyasının ne anlama geldiğini ve bizim varlığımıza nispetle nasıl değerlendirilmesi gerektiğini tabii ki etkiler.

(…) Fakat bu değerlendirmeler, biyolojik bir olayın vakıaya uygun bir tasvirine katkı sağlamadığı gibi pek çok durumda da böyle bir tasvire dahi ihtiyaç duymaz. Bu sebeple evrimci açıklamanın sosyoloji ve siyaset gibi insan bilimlerindeki kullanımı ile biyolojideki kullanımını tamamen farklı değerlendirmek gerekmektedir. Lakin meselenin bu yönünü biyolojik yönünden sonra müstakil olarak değerlendireceğim.

Şimdi cevabın ikinci yönüne geçebiliriz. Metafizik fâili ve gaye kavramını dâhil etmek, evrimin biyolojik açıklamasından neyi eksiltir?

Sâkin olmanın, düşünerek-bilerek konuşmanın zamanı

 

“TRT’ye büyük tepki!” diye bir haber sosyal medya temelli olarak bugün gündeme geldi ve tabii ki bazı belli gazetelere de hemen haber oluverdi. Bunlara Türkiye ve Türk milleti yıllardır tanık olmakta; yani sürpriz değil hiç böylesi haberler, tantanalar. Bilinen belli çevrelerin bu tür olayları bu tarz algılamalarına ve tepki göstermelerine bağışıklık kazanmış durumda bu ülkenin büyük çoğunluğu.