mümin Posts

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi’nden bir bölüm

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin (1165-1240) bu ünlü eserinin Ahmed Avni Konuk (1868-1938) tarafından 1915-1928 milâdî yılları arasında o dönemin alfabesine göre yapılan Türkçe tercüme ve şerhi, dört cilt hâlinde Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın tarafından günümüz alfabesine göre yayına hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Elimdeki ciltler 6. ve 7. baskılardır.

Bu yazıyı oluşturacak olan alıntılar eserin birinci cildinin 310. ve 311. sayfalarındandır ve bazı kelimelerin anlamları parantez açılarak verilmiş, bazıları yerine de eş anlamlı karşılıkları tercih edilmiştir.

Şeyh-i Ekber diye bilinen Muhyiddin İbn Arabî (r.a) Cenâb-ı Nûh’dan naklen Nûh sûresinin sonunda beyan buyrulan (Nûh, 71/28) âyet-i kerimesini hakîkat lisânıyla tefsîren buyururlar ki: Yâ Rab, zâtının nûru ile benim meydana çıkan bencilliğimi ve sıfatlarının nûru ile belirmiş olan varlığımda şâhid olunan eserleri ve nefsim ile tabiatımın melekelerini setr eyle (ört)! Tâ ki bunlar ile zâhir olmaktan kurtulayım; ve benim zât ve sıfatlarım, senin zât ve sıfatlarında mahv olsun. Ve benim varlık dalgam, senin zât-ı mutlakın deryâsında tüketilmiş olsun. Dolayısıyla sen ‘Allah’ın kadrini hakkıyla takdir etmediler’ (En’âm, 6/91) âyet-i kerimesinde, nasıl ki hakkıyla kadrinin bilinmediğini beyan etmiş olduğun vech ile, zâtın ile tanınmayan isen, benim de kadrim bilinmesin; yani senin zâtında tükenmem hasebiyle sana tabi olarak ben de tanınmamış olayım. Zîrâ benim varlığım senin mutlak varlığına izafe olunmuş bir mukayyed (kayıdlı) varlıktır. Ve hakikatte mukayyedin varlığı ancak mutlakın varlığıdır. Ve varlığımda hükümran olan ancak Sen’sin. Ve ana-babamı da setr eyle ki, ben onların neticesiyim. Ve benim ana-babam dahi, ‘peder’ derecesinde olan ‘akıl’ ile, ‘vâlide’ derecesindeki ‘tabiat’tır.

Muhyiddin İbn Arabî’den Tavsiyeler

 

Büyük sûfî düşünür M. İbn Arabî‘nin (1165-1240) en ünlü iki eserinden biri olan Fütûhât-ı Mekkiyye adlı şâheseri (diğeri Fusûsu’l-Hikem) dilimize Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak çevrilmiştir (Litera Yayıncılık). Bu eserin 18. (son) cildinden Tavsiye başlığı altında yer alan bölümlerden, Şeyhü’l-Ekber (En büyük Şeyh) ünvanlı müellifin bazı sözlerini aktaracağım.

Müslüman olmanı sağlayan cümleyi ısrarla söylemelisin. O cümle ‘Allahtan başka ilah yoktur (La-ilahe illallah)’ cümlesidir. (…) Bilmelisin ki bu cümle tevhid kelimesidir. (…) Hz. Peygamber’in şöyle söylediğinde tereddüt yoktur: ‘Ben ve önceki peygamberlerin söylediği en üstün söz ‘La ilahe İllallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’ ifadesidir. (…) Dostum! İnsanların geneli nezdinde sabit olan zikri yapman gerekir. (…) Her insan -yolunu bilmese bile- kurtuluşu arar. ‘La ilahe’ diyerek bir şeyi olumsuzlayan, olumsuzladığının varlığını ‘illallah’ diyerek olumlar. (…) ‘La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’ diyenlere karşı düşmanlık beslemekten uzak durmalısın! (…) Onlar hata etseler ve hatta yeryüzünü hatayla doldursalar bile, Allah’ın dostlarıdır. Onlar Allah’a ortak koşmazlar. Ne kadar hata yapsalar da, Allah o hatalar mislince mağfiretle kendilerini karşılar. Kimin Allah ile dostluğu sabit ise onunla savaşmak haramdır. (…) (s. 187-188-189)

Fütûhât-ı Mekkiyye’den (müellif: M.İbn Arabî, çeviri: Ekrem Demirli) sözler

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin (d.1165-v.1240) Fütûhât-ı Mekkiyye adlı, Ekrem Demirli tarafından dilimize 18 cilt hâlinde çevrilmiş eserinin 18. cildinden bazı sözleri alıntılayacağım.

“Akıl ‘oluş’la (kevn) bağlanmış ve sınırlanmıştır. Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dâhilindedir. (s.16)

“Kim Hakk’a / hakka uyarsa, sabra bağlanmış demektir. Sabra uymak ise ancak hakikati bilen için mümkündür. Her şey, bilen veya bilmeyen, teleftedir; sadece duran ve vakfe sâhibi olan kurtulur. Başka bir ifâdeyle, kurtulan, duyup da konuşmayan ve çağrıldığı işe icâbet edendir. Pişman olmayacak kişi odur.” (s.30)

“Himmetlerin dağılırsa seni ayakta tutan Hak senden yüz çevirir; güçlerin zayıflarsa sana yardım eder ve seni güçlendirir, sana karşı kendinden başka suç işleyenin olmadığını öğretir. Kendinden habersiz kalma! Güneşinden bir parıltı senin adına doğmuştur. Allah gündüzü senin geçim vaktin, amelleri de bir örtü ve süs kılmıştır. Binaenaleyh en güzel amellerle süslenmen ve onlarla ilgilenip dünya ile şeytanın süslerinden uzaklaşarak Kur’an’da ifade edilen Allah’ın süsüyle süslenmen gerekir.” (s.31)

“Aşk-ı Muhammedî ile yanıp tutuşan bir gönlün o âlî kadre yönelik” naatlarından, nutuklarından, beyitlerinden…

 

Muhammed şems-i mânâdır anın zerrâtıdır eşya / Bu sûret cümle andandır gerek pinhân gerek peydâ”

“Gönülde derd-i aşkı olmayanda âh u zâr olmaz / ki bir hâneye od düşmeye dûdı âşikâr olmaz
(…)
Cemâlî bahrine aşkın nihayet var kıyas etme / O bir bahr-i amîkdir kim ana ka’r-ı kenâr olmaz”

“Kâfire küfrümü verdim mü’mine imanımı / Zâhide zühdümü verdim fâsıka isyânımı
(…)
Ey Cemâlî fârig u âzâde oldum cümleden / Vuslatım ehline verdim ehline hicrân

Kaynak eser: Mahmud Erol Kılıç, Anadolu Tarihine Notlar II (Halvetî-Uşşâkîler), Sufi Kitap, 1.Baskı: Eylül 2016, İstanbul, s.98-99-100, ISBN:978-605-9778-31-2.

Orhan Okay: vefat edince hakkında konuşulanlar, yazılanlar neyi gösteriyor?

 

En evvel o bir mü’mindi. Sonra olgun, mütevazı, samimî, dürüst, nâzik, kısaca iyi bir insandı. Seçkin bir entelektüel; çalışkan, başarılı, üretken bir akademisyendi. Eşine ve çocuklarına karşı nâzik, kibar, samimî ve açık biriydi. Başta en yakınları olmak üzere seveni, saygı duyanı çoktu.

Bütün bu demeye çalıştığımın kanıtı ve sonucu mu? Vefat edince ardından konuşulanlar, yazılanlar…

Sessiz, sâkin, köşesinde duran ama çalışan, araştıran, yazan birisi olarak ölümü çok yankı yaptı. Tanıyanları, kitaplarını okuyanlar, kendisiyle tanışmış-görüşmüş olanlar, talebeleri, arkadaşları çok ses getirdiler ardından. Çok dua aldı merhum.

Allah bol rahmet ve mağfiret eylesin. Ebedî hayatı güzel olsun. Âmîn.