Fusûsu’l-Hikem’den sözler
Muhyiddin İbn Arabî‘nin (m.1165-1240) bu ünlü eserini harf devriminden önceki yıllarda (m.1915-1928) Türkçeye tercüme ve şerh eden Ahmed Avni Konuk‘un (m.1868-1938) bu çalışmasını eğer Mustafa Tahralı ve merhum Selçuk Eraydın günümüz Türkçesiyle yayına hazırlamış ve yayınlamış olmasalardı, tamamı 28 defter olan o mühim ve büyük emek verilmiş çalışma yine Konya Mevlânâ Müzesi’nde duruyor olacaktı ve yaygınca istifâdeden söz edilemeyecekti.
İslam tasavvuf ve tefekkür tarihinin en önemli eserlerinden biri olan bu kıymetli eserin tercüme ve şerhinin günümüz Türkçesiyle yayınlanmış 6. ve 7. baskılarından (2017) bazı sözler alıntılamamdan ibâret olacak bu yazı. Alıntılama yapılırken bazı kelimelerin günümüzde daha yaygın kullanılan karşılıkları da kullanılacak ya da parantez açılarak verilecektir.
“Âlemden hiçbir şey kendi nefsi ile kâim bir cevher değildir. Ve kendi hakikatinde, kendi hakikati ile kâim olan mevcud, ancak kendi zâtı ile kâim bulunan Hakk’ın mutlak varlığıdır.” (c.1, s. 38)
“Tasavvuf ehli ‘vücûdun(varlığın) birliği’ne istidlâl yâni akıl yürütme ve muhâkeme yoluyla değil, kelime-i tevhîd zikri ve mevzû ile alâkalı âyetler üzerinde manevî tefekkür ve uzun yıllarını verdikleri seyr ü sülûk neticesinde bir ‘keşf’ ve ‘müşâhede’ yoluyla ulaşmışlardır.” (c.I, s.51)
“Mutlak zât demek olan ‘lâ-taayyün’ (belirmesizlik) mertebesinde varlık tüm sıfatların izafesinden münezzeh ve her kayıddan mukaddestir. Bu mertebe Hak Teâlânın künhüdür ki, onun üstünde başka bir mertebe yoktur. Bütün mertebeler onun altındadır. Buna ‘ahadiyyet mertebesi’ derler.” (c.1, s. 66)
“İnsân-ı kâmil, asıl olarak (S.a.v.) Efendimizdir. Zira onun hakikati hakikatlerin tümünü toplayan ulûhiyyet mertebesidir.” (c.I, s.63)