sudûr Posts

“Tasavvuf Geleneğinde Âlem Tasavvuru”

 

Ömer Türker‘in CİNS adlı aylık dergide(Şubat 2020, Sayı:53) çıkan yazısından alıntıların oluşturduğu, dolayısıyla başlığı da o yazının başlığı olarak alıntılanan bir yazı bu. Dilerim benim izleyerek okumayı ve yararlanmayı alışkanlık hâline getirdiğim değerli ve seçkin bir akademisyen ve düşünce adamı olan yazarın yazılarını buradan da olsa okuyup faydalanacaklar olabilir.

“Mutasavvıfların âlem tasavvuru, aslında İbnü’l-Arabî ile birlikte müstakil bir anlatıya kavuşmuştur. İbnü’l-Arabî öncesinde, mutasavvıfların sözlerinde Tanrı-insan ilişkisine yoğunlaşmış bir ilgi görülür. Bu sebeple önceki sûfîlerin âlem tasavvuru, dağınıktır, parçalıdır ve yaratılışın sistemli bir açıklamasına yönelik ilgiden yoksundur. (…) Gazzalî öncesi dönemde dinî düşünce geleneğinde felsefe geleneğiyle irtibatlı şekilde sistemli âlem tasavvuru oluşturma çabası, özellikle İsmailî kelâmcılarda veya filozoflarda -herhalde düşünürler demek daha doğru- görülür. İsmailî düşünürler, daha hicrî dördüncü yüzyılda Farabî metinlerinde görülen sudur teorisini, dinî nasları yorumlamak için kullanmışlar ve kelam geleneğinden oldukça farklı ama ana yapısı itibariyla vahdet-i vücutçu sûfîlerin görüşlerine benzeyen bir âlem tasavvuru geliştirmişlerdir. Fakat onların açıklamalarının, İbnü’l-Arabî öncesinin önde gelen tasavvuf metinlerini şekillendirici bir rol oynadığı görülmez. (…) Bütün bunlar, insanın Allah’a ulaşmasına odaklanmış bir düşüncenin, sistemli bir âlem açıklamasını -âlemi değil- değersiz gören tavrı olarak da okunabilir. Diğer deyişle sûfîler âlemin varlığını kavramak ile düzenini kavramak arasında belirgin bir ayrım yapmış ve birinciyi tercih etmişlerdir.

İbnü’l-Arabî’nin asıl meselesinin âlemin varlık bakımından açıklamasını yapmak olduğu dikkate alınırsa, onun tasavvufun yönünü değiştirmekten ziyade ilgilerini genişlettiğini söylemek daha isabetlidir. Fakat ilgi genişliği, teori değişimiyle desteklenince kökten bir dönüşüme zemin oluşturmuştur. Bu dönüşüm, bir önceki yazıda dile getirilen metafizik yorumları içermesinin yanı sıra özgün bir âlem tasavvuru geliştirilmesini de içermektedir. Söz konusu âlem tasavvurunu şöyle özetleyebiliriz:
İbnü’l-Arabî sudur teorisini tevarüs etti. Bu tevarüs, kelam geleneği ile tasavvuf geleneği arasındaki icmayı (birlik olma -a.a.-) bozarak tasavvuf metafiziğini meşşâî metafizikle ortak bir paydada buluşturdu. Buna göre âlem, (…) ilâhî zâtın ilk mertebesinden diğer mertebelerin sırasıyla taşması veya çıkmasıyla var olur. (…)
Tasavvufta varlık şeması üçlü, yedili veya daha fazla sistemle anlatılabilir. Burada ayrıntıya girmemek için üçlü şemayı dikkate alabiliriz.

“İnsan varlığındaki üç nûr”

 

M. İbn Arabî‘nin (1165-1240) “Tedbîrât-ı İlâhiyye” adlı eserini okuyup anlamaya çalışmamızı, merhum Ahmed Avni Konuk‘un (1868-1938) bu eserin tercüme ve şerhini 1925 yılında, yani harf inkılabından birkaç sene önce tamamlamasına ve o tercüme ve şerhin de 1990’lı yılların başlarında günümüz Türkçesiyle değerli hocamız Mustafa Tahralı tarafından yayına hazırlanmış olmasına borçluyuz. Bu kıymetli eserden başlıkta belirttiğim konuyu olabildiğince kısa ve öz olarak aktarmaya çalışacağım. Yer yer parantez açarak bazı kelimelerin ve ifadelerin karşılıklarının bir kere verilerek anlaşılmasını sağlamayı gerekli gördüğümü belirtirim.