taayyün Posts

Fusûsu’l-Hikem’den Âdem ve Havvâ hakîkati hakkında bilgi

 

Müellifinin Muhyiddin İbn Arabî (m. 1165-1240) olduğu, tercüme ve şerhinin Ahmed Avni Konuk (m. 1868-1938) tarafından yapıldığı (m.1915-1928), yayına hazırlama işini ise Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın‘ın gerçekleştirdiği bilinen Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-I adlı eserden başlıkta belirtilen konuda bu yazıda bilgi sunulacaktır.

(S.a.v.) Efendimiz’e ‘Ebu’l- Ervâh’ (ruhların babası) da denildiği belirtilmekte, bu rûhun tüm aklın sûreti (hakîkî Âdem) olduğu ifade edilmekte, ‘Varlık’ın tüm aklın sağ tarafı ve ‘imkân’ın sol tarafı olduğu bilgisi verilmektedir. Havvâ’nın tüm nefsin sûreti olduğu, ilk aklın sol kaburga kemiğinden oluştuğu belirtilmektedir. “Ve bu muhtelif taayyünlerin (belirmelerin) meydana gelmesi ve çeşit çeşit sûretlerin doğuşu tüm akıl ile tüm nefsin izdivacından hâsıl oldu.” denilerek, Hak Teâlâ hazretlerinin (meâlen) şu buyruğuna yer verilmekte: “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini varlığa getiren ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbiniz(e karşı gelmek) ten sakının. Kendisi(nin adını öne sürmek suretiy)le birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allahdan ve akrabalık (bağlarını kopartmak)tan sakının. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.” (Nisâ, 4/1) Ve bu belirlenmeler içinde pek çok etkin(erkekler) ve edilgin(kadınlar) sûretlerin zuhûra geldiği ifade ediliyor. Bu insan fertlerinin hepsinin en mükemmel şekilde zâhir (görünür) olduğu belirtiliyor. “O halde insan fertlerinin ebeveyni hakîkî Âdem olan ‘tüm akıl’ ile, hakîkî Havvâ olan ‘tüm nefs’ dir. Bunlar zât cennetinde, yani uluhiyyet mertebesinde perdeli idiler. Kur’ân ki, isimlerin ve sıfatların tümünü toplayan zâttır; ve bu belirlenmeler ki, ulûhiyyet zâtının varlığında hayâller ve rüyâdan ibarettir; ve bu çokluklar ile hayâlî belirlenmeler ki, çekirdeğin içindeki ağaç gibi dal-budak salıverip, esfel-i safilîne (aşağıların en aşağısı) doğru uzamıştır ve zât mertebesinden uzaktır; işte bu şecere(ağaç) Kur’ân’da zikredilen la’netlenmiş ve dışlanmış ağaçtır. Ve onun meyvesi ve tanesi tabiî zulmettir (karanlık).”

“Böylece tüm akıl ve tüm nefs bu meyve ve taneye yakın olmadıkça ‘ihbutû’ (İniniz!) (Bakara, 2/36-38) emriyle zât cennetinden sûretler ve belirlenmeler alemine inmediler. Ve onların bu yasaklanmış ağaca yaklaşmaları vehmin şeytanının tüm nefse ve tüm nefsin de tüm akla galebesi ile vâki oldu ki, bu kesâfet âleminde onların zürriyetleri olan âdem fertleri de her an hayâlî çokluklara ve Kur’an’daki la’netlenmiş ağaca imrenmişlerdir. Hak Teâlâ hazretleri bu hakîkate işâreten Kur’ân-ı Kerîm’inde (ma’nâ olarak): “Ey Habîb-i zî-şânım! zikr et şu vakti ki biz sana dedik; muhakkak senin Rabbin insanları uluhiyyet zâtı ile kuşatandır”; yani onların hakîkî varlıkları yoktur; hattâ cümlesi isimlerimin gölgelerinden ibârettir. Gölgeler ise hayâldir. “Ve bizim sana gösterdiğimiz rüya ve Kur’anda olan la’netlenmiş ağaç insanlara fitnedir” ; yani sana gösterdiğimiz zuhurlar çokluğu rüyadır. (İsrâ, 17/60) Nitekim sen de bu hakikati anladın ki, bu âyetdeki ‘hitab kâfı’ tüm hakikatleri ve nisbetleri toplayan muhammedî taayyündür (belirme). Bu rü’yet (görme) niteliği gören ve görülen ister; bunlar ise çokluktur. Ve bu çokluk zâtta var olan la’netlenmiş ağaçtır.

“Âlem : Mutlak bilgi ve kudretin bir tafsili”

 

Ömer Türker‘in Evrim Teorisi ve onun sorunları konusundaki yazı dizisi CİNS adlı aylık derginin Aralık 2020 sayısında çıkan “Tasavvuf Geleneğinin Açıklaması” başlıklı yazısıyla devam ediyor. Bu yazının şu son iki cümlesinden anlaşılıyor ki, bu yazı söz konusu dizinin son yazısı değil gibi: “(…) Evrim teorisinin bu denli gürültü koparmasının ana nedenlerinden biri, insanın oluşum sürecine, tarihine ve anlamına ilişkin açıklamalardır. İşin bu kısmını vuzuha kavuşturmak için Âdem-Havva kıssasının İslam bilimleri tarihindeki tefsirlerine girmemiz ve insanlığın tarihi hakkındaki kanaatlerin dakik bir incelemesini yapmamız gerekmektedir.”

İslam düşüncesi ve felsefesi alanında seçkin bir akademisyen ve entelektüel olarak tanıdığım yazarın başlığını belirttiğim yazısından yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Yazarın daha ilk paragrafta vurguladığı husus, “mutasavvıfların asıl iddiasının varlık düşüncesi ve âlem tasavvurunda (ontoloji ve kozmoloji) olduğu gerçeğidir. Yazarın daha önce İslam düşünce geleneklerini anlattığı yazılarda özetlediğini belirttiği bu tasavvura göre bir buğday tohumunun filizlenme olayını tahlille başlıyor yazı.

Bir buğday tohumu, diğer bütün mevcutlar gibi Varlık’ın bir hâlidir. Büyük harfle yazılan mevcut, Tanrı’yı işaret eder. Varlık tektir ve o da Tanrı’dan ibarettir veya cümleyi tersinden kurarsak, Tanrı Varlık’tır. İster duyularla algılanabilsin ister duyu algılarına konu olmasın var olan her şeyin varlığı, Varlık’a nispetten ibarettir. Dolayısıyla bir buğday tanesi de Varlık’a nispetinin bulunması anlamında vardır ve bu anlamıyla Tanrı’nın veya Varlık’ın bir tezahüründen ibarettir. Var olan şeyler, zuhura geldiği veya taayyün ettiklerinde aslında Tanrı’nın isimlerinin birer görünümüdürler. Yani buğday tanesi, gerçekte Tanrı’nın bir ismidir. Buğday kelimesi de bu ismin ismidir. Aynı durum, buğday tanesini eken çiftçi, tanenin ekildiği toprak, onun yeşermesi için gerekli olan hava, su ve ısı için de geçerlidir. (…) İsimlerin alemde sonsuz tezahürü vardır ve bu tezahürlerin tek tek adlandırılması insan vüsatini aşar.(…)

Sadreddin Konevî hazretlerinden sözler

 

13. yüzyılda yaşamış (d.1210-v.1274), tasavvuf düşüncesine kazandırdığı boyutlar ve kendisinden sonraya etkileriyle çok önemli bir sûfî-düşünür olarak bilinen, çocukluğundan itibaren İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf terbiyesi altında yetişmiş Sadreddin Konevî hazretlerinin İlahi Nefhalar adıyla dilimize çevrilmiş eserinden (Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yayınları, 1. Basım: Mayıs 2015, ISBN: 978-605-5147-10-5) bazı sözler aktaracağım.

Er-Rahman ve er-Rahîm isimleri hakkında Sadreddin Konevî’den (k.s.) sözler

 

13. Miladî asırdan Üstad Sadreddin Konevî’nin (kuddise sırrıhu) (d.1210-v.1274), Ekrem Demirli tarafından “Fatiha Suresi Tefsiri” olarak tercüme edilen eserinde (İz Yayıncılık, 4.Baskı, İstanbul, 2009, ISBN 975-355-471-8) er-Rahman ve er-Rahîm isimleri hakkında dediklerinden şunları aktaracağım (köşeli parantez açılarak belirtilenler bana aittir. aa.) :