“Tasavvuf Özü Bulma Çabasıdır”

 

Mahmud Erol Kılıç’ın “ANADOLU’NUN RUHU Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları” kitabının (Sufi Kitap 1.Baskı Ocak 2011), bu yazının başlığı olarak da alıntıladığım başlık altındaki bölümünden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Tasavvuf, İslâm toplumlarını derinden etkileyen bir disiplin, bununla beraber en başından beri de yoğun tartışmaların odağı haline gelen bir konu. Kendisini bu alanda yetiştirmiş bir ilim adamı olarak sizinle bu söyleşide tasavvufla ilgili tartışmalı hususları konuşmak istiyoruz. İsterseniz ‘Nereden çıktu bu tasavvuf?’ sorusu ile başlayalım. (…)

(…) Evet, doğru, bu çağın ‘tartışılan’ konularından birinin de tasavvufî meseleler olduğu bir gerçek. Çünkü modern düşünce gerçeği tartışa tartışa elde edeceğini iddia etmektedir. Ancak şu da iyi bilinmelidir ki modernliğe geçilinceye kadarki dönemlerde tasavvuf, tartışmanın günümüze ulaştığı şekliyle bir tartışma mevzusu olmuş değildi. Yâni ilimler hiyerarşisi (merâtibu’l-ulûm) içerisindeki konumu toptan, küllî olarak sorgulanmış veya reddedilmiş değildi; bâzı kısımlarına (cüz’î) yönelik tashih teklifleri yapılmıştı ki bunlar da esasa müteallik olmayan ve daha çok isimlendirmeye yönelik birtakım tekliflerdi. Bu sebepten, geleneksel değerlerin tahrif edildiği böylesi bir çağda anlaşılması başlı başına prolem hâline gelen meselelerden birinin de ‘tasavvuf’ olması hem modern çağı oluşturan zihniyet dünyasını hem de tasavvufu yakından bilenlerce anormal bir durum olarak görülmez.
Tabulaştırılmış rasyonalizmin, alaycı pozitivizmin ve militan sekülerizmin tek geçerli düşünme biçimi yapıldığı ve üstelik bu zihniyet kalıplarının dinî ilimlere de sızdığı bir dünyada tasavvufun işi zordur. Çünkü bu yapı içerisinde ‘din’in de değerler sıralaması değiştirilmiş; ruhtan kopuk, materyalist ve soğuk yüzlü bir din çıkmıştır ortaya. Ne var ki yukarıda saydığım bu üçlünün, aynı zamanda modern çağın problemlerinin de ana kaynakları olduğu artık birçok kimse tarafından açıkça telaffuz edilmeye başlandı. Böylece söz konusu mitosların tahtı da sallanmaya başladı. (…)

Artık spiritüel görüşler, mistisizm, ezoterizm yükselen değerler arasında sayılmakta. (…) Çekoslovakya Devlet Başkanı Havel’in güzel bir sözü var: ‘XX. y.y. toplumları, o toplumda var olan mühendis sayısına göre değerlendirilirdi. XXI. y.y. toplumları ise o toplumda var olan bilge ve filozof sayısına göre değerlendirilecek.’

Konuyu oturtacağımız genel çerçeveye yönelik bu girizgâhtan sonra daha özele inerek konuşmak icap ederse şunları söyleyebilirim. Nedir tasavvuf? Aslına bakarsanız tasavvuf bir yöntemdir, bir bilgi değildir. Bir metodolojidir,bilgiyi elde ediş yollarından birisidir. En geniş anlamıyla düşünecek olursak bir tür din felsefesi de diyebiliriz ona. Sapmış modern anlamıyla değil sahih (otantik) ve aslî (orijinal) anlamıyla, hikmet vurgusunu yitirmemiş anlamıyla buna gerçek felsefe de diyebiliriz. (…) Bu kelime yerine başka kelime tercih edenler de olmuştur. Meselâ İbn Arabî tasavvuf kelimesini de kullanmakla beraber tahakkuk ve muhakkik tâbirini daha çok sevmiştir. (…)

Tasavvuf, Satıhtan İçeriye İnip Kaynağı Bulma Eylemidir

(…) Yâni Hayy b.Yakzân gibi ıssız bir adada, tek başına hayatı teneffüs edelim. Şimdi siz eğer İslâm dinine mensupsanız ve kutsal kitabınız olan Kur’ân’ı okuyorsanız birçok âyetin yanısıra şöyle bâzı âyetlerle de karşılaşırsınız. Bir iki örnek olsun diye; ‘Ben size Kendi rûhumdan üfledim.’, ‘Her nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.’, ‘O evveldir(ilktir), âhirdir(sondur), zâhirdir(dıştır), bâtındır (içtir)’, ‘Onların kalpleri vardır, onunla aklederler’, ‘O’ndan geldik ve sonunda O’na döneceğiz.’ vb. âyetlerin üzerinde düşünmeye başladığımızı varsayalım. (…) Biz Tanrı’dan ayrı ve müstakil varlıklar olduğumuzu düşünürken, Tanrı, siz nerede, hangi varlık düzleminde olursanız olun, Ben sizinleyim, derse bizim ne yapmamız lâzım? (…) ‘Onların kalpleri vardır ve bununla aklederler.’ âyetini okuduğumda ise ‘akletme’ eyleminin organı olarak beyin değil de kalbin gösterilmesi, beni kalp epistemolojisi yapmaya, kalbi bilişsel bir faâliyet olarak incelemeye sevk etmez mi? Daha sonra bana bu kitabı okuyan peygamberin -ki İslâm dini özelinde Hz. Muhammed- ‘Allah âdem’i kendi sûretinde yarattı.’, ‘İman kalpteki bir bilgidir.’, ‘Allah’ım kalbimi ışıt, nurlandır.’, ‘Allah cemîldir.’ vd. gibi sözlerini yukarıdaki âyetlerin yanına koyarak düşünmeye başlarsam, bende bir tür Tanrı tasavvuru ve bilgisi oluşmaya başlamaz mı? Bunlara bir de onun yakın dostlarının, onu iyi anlamış olan seçkin ashâbının bu bağlamdaki açıklayıcı sözlerini de ekleyecek olursak tasavvuf denilen disiplinin üzerinde yoğunlaştığı dinî yorumun tarihsel kaynaklarını hiçbir zorlamaya gerek duymadan rahatlıkla görebiliriz.” (s.53-54-55-56)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked