İki gazete yazısından alıntılar
” Her şeyden korkar, her şeyden endişe eder hale geldik. Garip bir şekilde, bizim endişelerimiz arttıkça endişe edilecek şeylerin sayısı da artıyor. Endişe hayatın bütün köşelerini ele geçirmiş durumda sanki. Bir endişeden diğerine savrulup duruyoruz. Bu neyin işareti? Neden bu kadar endişeliyiz? Kaybetmekten korktuğumuz şeyler bulunduğu için olmalı. Nedir onlar? Canımız, sağlığımız, sevdiklerimiz, malımız mülkümüz, unvan ve makamlarımız, gençliğimiz, şöhretimiz, cazibemiz ve saire… Tersten bakarsak sahip olma konusunda haddi biraz aştığımızı da düşünebiliriz rahatlıkla. Dünyanın bize kalmayacağını, her fani şey gibi elimizden kayıp gideceğini biliyoruz. Eskiler bize dünyaya çok alışmamamızı, hele kök salmaya hiç kalkışmamamızı öğütler dururdu. Dünya öyle baş döndürücü bir yer haline geldi ki, unuttuk kulağımıza küpe yapmamız gereken bütün o nasihatleri. Bugün kaybedeceğiz diye endişelere gark olduğumuz şeylerin aslında tabiatları gereği gelip geçeceğini, sonsuza dek bize yar olmayacağını zaten biliyoruz. Ne oluyor o halde? Hafızamızda zaten kayıtlı bu hakikati bize unutturan ne? (…)
“Eğer insan yalnızca ‘sahip olduğu’ şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar. ‘Olmak’ kavramında ise sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Olduğum gibiysem ve kişiliğim ‘olmak’ tarafından belirleniyorsa kimse benden bunu alamaz ve kişiliğimin yıkılması tehlikesi de doğmaz. Odak noktamı ve davranışlarımı yönlendiren güdüleri kendi içimde bulurum” diyor Erich Fromm, ‘Sahip Olmak ya da Olmak’ isimli kitabında.
Mutluluğun dışımızdan gelen bir şey olduğuna inandığımız ya da inandırıldığımız için maruz kalma ihtimalimiz olan her şey bizi tedirgin ediyor, ürkütüyor. Mutluluğu içinde bulanlar içinse dışarıdan gelebilecek bütün tehlikeler biraz sabır, biraz tevekkül, biraz dirayetle atlatılabilir şeyler… (…)” (Gökhan Özcan‘ın Yeni Şafak’ta çıkan “Yaşamaya mani olan ne?” başlıklı, 15 Kasım 2021 tarihli yazısından)
“(…) Sahafların asıl sermayesi, Türkçe, Arapça, Farsça eski basma ve bilhassa yazma kitaplardı. Dükkân sahipleri temiz seccadeler döşenmiş, peykelerde, çekmecelerinin başına kurulurlardı. Müşteriler ise selam verdikten sonra o güzel halıların üzerine oturur ve kitapları karıştırırlardı. Kitapları karıştırıp gidenler kitapçının hiddetine asla uğramazdı.
Çünkü orası sadece kitap satılan bir yer değil. Biraz da ilim dağıtan bir merkezdi. Geçen gün orada bu eski kitapçı dükkânlarını yine buldum. Fakat mazinin toz ve topraktan örülmüş örtüsünün artık bu sokağı tamamen sarıp sarmalamaya başladığını da görüyordum. Sadece kütüphanelerine kitap toplayıp onların yüzüne bakmak, yahut ‘filan eserin yegâne nüshası özel kütüphanemdedir’ diye çalım satmak isteyen kitap sevdalıları ile iş yapmak isteyen tellallar ve nihayet evinin bir köşesinde bulduğu babadan değil de, büyük babadan kalma ve bugün okuyamadığı için ters tutmaya mecbur olduğu kitapları oraya getirip satanlar çarşının müşterileri ve gezicileri idi. Sahaf dükkânlarından bir kaçı yerini çorapçılara bırakmıştı.
İşte modernleşmiş bir meydanımızı en eski eserlerimizden biri olan Kapalı Çarşı’mıza bağlayan bu dar berzahın alt kapısından çıkınca bütün tarih, edebiyat ve sanat mütehassıslarının yalnız kitapçısı değil, dostu da olan Raif Bey’in (Yelkenci) dükkânıyla karşılaştık. Penceresinin önünde oturup kitabı anlayarak seven ve onu ehline satmayı, satıştan kâr etmeye tercih eden bu aziz insanın tavanlara kadar birbiri üstüne yığılmış eski kitapları arasına, tıpkı onun dostlarının bir toplantısına iştirak eder gibi oturduk. Bize çarşının en nefis çayını ikram etti. O günün gecesi Miraç Kandili olduğuna dair bir söz geçince, arkamda yığılmış kitaplardan yapılmış muazzam merdivenin de insanların başını göklere değdirecek bir vasıta olabileceğini düşündüm. İşte tam bir kitapçı, tam bir bibliyograf. Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer…” (Dursun Gürlek‘in Yeni Şafak’ta çıkan “Eski Sahaflar Çarşısından manzaralar” başlıklı, 14 Kasım 2021 tarihli yazısından)
No Comments