İbrahim Halil Üçer’in “Telbis-i İblis: İlerleme, Özgürlük ve Gayba İman” başlıklı yazısının (Teklif2 aylık düşünce dergisi, Temmuz 2022 /Sayı 4, s.78-89) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Bugün ister fiziksel gerçekliğin kuruluşunda isterse de bireyin pratik yaşamının inşasında gaybî herhangi bir ilkeye müracaat etmek gereksiz, anlamsız ve hatta tehlikeli bulunmaktadır. (…)
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin eseri olan ve Ahmed Avni Konuk tarafından tercüme edilmiş, Dr. Selçuk Eraydın’ın da yayına hazırlamış olduğu kitaptan (İz Yayıncılık, 8. Baskı 2009) sözler olarak yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Bir hâm-ı ezelînin pişmek ve olmak ihtimâli yoktur.” (s. 2)
“Ma’lûm olduğu üzere ehlullah cevâmiu’l-kelîmdir (birçok manâyı kendinde toplayan).” (s. 3)
“Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin!..” (Mümtehine, 60/1) (s. 58)
“Ancak kalb huzûru ile namaz olur” buyrulmuştur. Fakat sûretini icrâ etmek, rükû ve sücûd eylemek lâzımdır ki, ondan sonra hisseli olasın ve maksûda erişesin.” (s. 131)
Müellifi Muhyiddin İbnu’l Arabî, mütercimi ve şerh edeni Ahmed Avni Konuk ve yayına hazırlayanları Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve Dr. Selçuk Eraydın olan eserin bu cildinden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“(…) Varlıklar âlemindeki ‘şeyler’ ilâhî isimlerin ‘mazhar’ları, yâni zuhûr yerleridir. ‘Şey’ zâhir (görünür) olduğunda ilâhî isim onda bâtın (görünmez), ilâhî sıfat ise bu isimde bâtın, ve Zât da bu sıfatta bâtın durumdadır. Şu halde ‘şey’ görüldüğü durumda ‘isim’, ‘sıfat’ ve ‘Zât’ müşahede edilmemektedir.
İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde İsmet Özel‘in ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında VAROLUŞ ÖZDEN ÖNCE GELİR Mİ? başlığıyla çıkan 5 Cemaziyelahir 1444 (28 Aralık 2022) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=154&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamaların (ilki o yazının son paragrafının son kısmından bir alıntı cümle olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacağı bir yazı olacak bu.
“Varoluşçuluk (existentialism) İkinci Dünya Savaşı akabinde felsefeye renk veren eğilim oldu. Niçin? Çünkü buna medyaya yön veren âlemin şiddetle ihtiyacı vardı. (…) Savaşın galipleri olarak tarih sahnesinde yer tutmak isteyenler bu yerin meşru bir tutamağı olmasını istiyorlardı. Demokratik rejimlerin totaliter rejimler karşısında zafer kazandığı iddiası kuyruklu bir yalandı. (…) 1991’de SSCB haritadan silinince Sovyet uydusu ülkeler halk demokrasisinden alelade demokrasiye mi geçmiş oldu? (…) Ölmeden kısa bir süre önce evlendiği Eva Braun ile Adolf Hitler’in yanarak öldüğüne dair hiçbir emare (meselâ küller) ortaya çıkmadı.
(…)Bir insanlık tarihi yazılamayacağından bahsettim. (…) Sanat tarihiyle insanlık tarihinin at başı gitmediği gün gibi ortada. (…) İnsanlık ne Rönesans’tan, ne de Reform’dan istifade edebildi. (…).
(…) Belki hadiselerin görünmeyen yüzüne bakmağa cesaretimiz yoktur. Biz Türkler I. Dünya Savaşı’na ‘Seferberlik’ dedik. 1939uncu Hristiyan yılında baş gösteren II. Dünya Savaşı’na ‘Alman Harbi’ adını taktık. Bunlar rastgele değil çok isabetli adlandırmalardı. (…) Türkler bir fecaatin kurbanı olmaktan kurtulmanın yolunu bulmak istiyordu. Bu yüzden içine düştükleri silahlı hadisenin kendilerine yüklediğine seferberlikten başka bir şey diyemediler. Misak-ı Millî’nin önemi ve anlamı buradadır:Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı!
“Sadreddin Konevî, XIII. Asırda yaşamış (m.1210-1274), tasavvuf düşüncesine kazandırdığı boyutlar ve kendisinden sonraya etkileriyle ‘dönüm noktası’ olmuş bir sûfî-düşünürdür.(…) Çocukluğundan itibaren İbnü’l-Arabî’nin (m.1165-1240) tasavvuf terbiyesi altında yetişmiştir. (…) Gerçekten de Konevî, Tasavvufu, sûfiyle ilişkisi açısından ‘sübjektif’, konusu açısından ise ‘kayıt altına alınamayan’ bir alanı ilk kez, belirli kural ve kaideleri olan ve her şeyden önemlisi ‘miyar’ı (ölçüsü) olan bir ‘bilim’ hâline getirmeye çalışmıştır. ‘Velûd’ bir yazar olarak değerlendirilebilecek ölçüde eser yazmamış olsa da, tasavvufa sadece düşünceleriyle etki yapmakla kalmamış, bunun ötesinde belirli bir üslûbun ve ifade biçiminin oluşmasına da önemli katkısı olmuştur.
Konevî’nin başlıca eserleri şunlardır: Miftâhü’l-gayb, en-Nefehatü’l-İlâhiyye, el-Fükûk fî-kelimâti müstenidâti fusûsi’l-hikem, el-mürâselât/Yazışmalar, en-Nusûs fî tahkîki tavri’l-mahsûs, Kırk Hadis Şerhi, Şerhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ; Tebsiratü’l- mübtedî ve tezkiretü’l-müntehî, İ’câzü’l- beyân fî tefsîri Ümmi’l-Kur’ân / Fâtiha Tefsiri.
Ekrem Demirli, Rize- İkizdere doğumlu. Üsküdar İmam-Hatip Lisesi’nden mezuniyeti 1988. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdikten sonra aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde Tasavvuf alanında yüksek lisansa başlayıp Enstitüye araştırma görevlisi olarak atandı (1993). 1995’te Abdullah İlahi’nin Keşfü’l-Vâridât’ı adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2003’te aynı enstitüde “Sadreddin Konevî’de Marifet ve Vücûd” adlı teziyle tasavvuf doktoru oldu. Çalışmalarını halen Konevî şârihleri ve İbnü’l-Arabî olmak üzere ağırlıklı olarak iki alanda sürdüren yazarın Sadreddin Konevî, Abdürrezzak Kaşani, İbn Sina ve İbnü’l-Arabî’den çevirileri, dergilerde yayınlanmış makaleleri, ulusal ve uluslararası sempozyumlarda sunulmuş tebliğleri bulunmaktadır.