Şubat 2023 Posts

Sadreddin Konevî’nin “Fâtiha Sûresi Tefsiri”nden alıntılar

 

Prof. Dr. Ekrem Demirli’nin tercümesiyle İz Yayıncılık’tan (4. Baskı, 2009) çıkan bu kitaptan yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Konevî, Fâtiha sûresini ilâhî ve kevnî (kozmik -a.a-) bütün hakikatleri ve hakikatler arası ilişkileri özetleyen bir sûre olarak görür.” (s.16)

“İlmin Hakka nispet ve izâfe edilmesi en eksiksiz, kâmil ve üstün tarzda olmalıdır: Hiç bir bilgi Allah’ın ilminin dışında kalamaz; hiç kimsenin tevili ve anlayışı O’nun ilminin dışında değildir. Çünkü Hakkın ilmi, kendisinin de haber verdiği ve bildirdiği gibi, her şeyi kuşatmaktadır.” Ardından şunu ekler: “Hakk’ın kelâmı da, O’nun bir sıfatı veya ilminin bir nispetidir.” (s.17)

“Konevî ‘abes’i ‘herhangi bir gaye / amaç taşımayan fiil’ diye tanımlar.” (s.18)

“Hutbe Zaten Türkçe Değil mi idi?”

 

Prof. Dr. İsmail Kara’nın, bu yazının da başlığı olarak alıntıladığım başlık altında “Derin Tarih” adlı derginin Şubat 2023 sayısında çıkan yazısından yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“ ‘Türkçe Hutbe’ talepleri, daha doğru bir ifade ile hutbenin dînen zarurî bir unsuru olmayan konuşma kısmının uzatılması ve etkili hâle getirilmesi istekleri, İslâm tarihinde hiç olmadığı kadar modern dönemde ortaya çıkacaktır. Hem siyasî merkez(ler), hem basın-matbuat ve yeni Müslüman aydınlar, hem de ‘dinî kurumlar’, âlimler ve şeyhler tarafından… Çünkü herkes kendince dindar kalmak şartıyla modernleşmek, yenileşmek istemektedir ve din-hutbe bunun en etkili ve olmazsa olmaz araçlarından biridir. Ayrıca Türkçe hutbe yeni din anlayışlarını anlatmak ve yerleştirmek için de lüzumludur…

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-lll’den alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l Arabî, Şârihi ve Mütercimi Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayanları Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve Dr. Selçuk Eraydın olan eserin bu cildi de Nisan 2017’de 6. Baskı olarak M.Ü. İFAV (İlahiyat Fakültesi Vakfı) yayını olarak çıkmıştır.

Eserin bu cildinin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Yoktan var edilme konusunda İbnü’l-Arabî şöyle bir açıklama yapar: ‘Malûmdur ki, Cenâb-ı Hak eşyâyı (şeyleri) yaratır; ve onları ‘adem’den (yokluktan) vücûda (varlığa) çıkarır. Bu demektir ki idrâk edemediğimiz bir vücûddan idrâk ettiğimiz bir vücûda çıkarır. Bu şeylerin ademi, izafî bir ademdir. Zîrâ eşyâ ademleri hâlinde de Cenâb-ı Hak tarafından müşâhede edilmektedir. O, kendi katında ‘sâbit ayn’larda icmâl (kısaltma, özetleme) hâlinde olan şeyleri birbirinden mufassal (ayrıntılı) olarak temyîz eder (ayırır). Zîrâ eşyânın kendi ‘ayn’larında vücûdu yoktur, onların sadece ‘sübûtu’ vardır. Onların Hak’tan istifade ettiği şey ‘aynî vücûd’dur. A’yân-ı sâbite gerek dıştan bakanlara göre, gerekse kendi nefislerine göre tafsîl edilmiş bir haldedirler. Allah katında da subûtî bir tafsîl ile ayrıntılandırılmış olmaktan son bulmamışlardır. Sonra bu eşyâ kendi aynlarında (hakikatlerinde) zâhir olunca, imkân hükmü onlardan ayrılmamıştır. (…) Şu halde onların imkân hazinelerinden dışarı çıkmaları diye bir durum yoktur. Gerçekten Hak subhanehu bizim onlara bakan ve onların da bize bakan olması için, bu hazinelerin kapılarını açmıştır. Biz sâbit hakikatlerdeyiz; ve o sâbit hakikatlerden hâriçteyiz.

İbnü’l-Arabî’nin bu ifadelerinden şu anlaşılmaktadır ki, sâbit hakikatlerin eder ve hükümleri hâriçteki varlıkta zâhir olduğu halde, sâbit hakikatler mümkün olmaktan ayrı kalmamışlardır. Onlar ilâhî ilimde sübût bulmaları bakımından ezelî oldukları halde aslâ ‘varlık kokusu koklamamış’tır. (…) Ademde sâbit olan ‘hakikatler’ mevcûddan koku kolamamıştır. Mevcûdâtta sûretlerin çokluğu ile birlikte sâbit hakikatler olduğu hâl üzeredir.” (s. 27-28)

Kerîm Kur’ân’dan ma’nâlarıyla yedi âyet

 

“Yoksa siz zannettiniz mi ki, kendi hâlinize bırakılacaksınız da Allah içinizden cihad edenleri; Allah’dan, Resûlü’nden ve mü’minlerden başkasını dost edinmeyenleri bilmeyecek! Oysa Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (et-Tevbe, 9/16)

“Siz hacılara su dağıtma işi ile Mescid-i Haram’ın imârını, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden gibi mi tuttunuz!? Bunlar Allah katında bir olamazlar. Allah zâlim bir kavme hidâyet etmez.” (aynı sûre, 9/19)

“Ey iman edenler! Babalarınız ve kardeşleriniz imana küfrü tercih ediyorlarsa, onları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (aynı sûre, 9/23)

“Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler hoşlanmasa da Allah nûrunu mutlaka tamamlamak istiyor.” (aynı sûre, 9/32)

“Allah münâfıkların erkeğine, kadınına ve bütün kâfirlere ebedî kalmak üzere cehennem ateşini vaad buyurdu. Bu onlara yeter. Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onlar için devamlı bir azab var.” (aynı sûre, 9/68)

“Artık yaptıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!” (aynı sûre, 9/82)

“Allah’a ve Resûlüne sâdık kalmak şartıyla ne zayıflara, ne hastalara, ne de sarfedecek bir şey bulamayan fakirlere savaştan geri kalmakta bir günah yoktur. İyilik edenleri ayıplamaya yol yoktur. Allah çok bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (aynı sûre, 9/91)

Sadreddin Konevî’nin ‘İlâhî Nefhalar’ından(Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yayınları 1.Basım 2015) alıntılar

 

“Allah ihsan eden ve kulunu razı olduğu işlere ulaştıracak olandır.” (s.13)

“Allah Teâlâ’nın ‘O zikredilen bir şey değildi,’ âyeti zikrettiğimiz bu ‘şeylik’ durumuna işaret eder. Sözü edilen âyetin üç mertebesi vardır. Birincisi Ümmü’l-kitab’dadır. Ümmü’l-kitab Yüce Kalem’in (silinme ve değişmeden) korunmuş Levha’ya yazacağı işler için yardım aldığı yerdir. Levha unutmak, değişmek ve başkalaşmadan korunmuş özelliktedir. Kitap ve Sünnet’te buna defalarca işaret edilmiştir. Misâl olarak ‘Bilakis o korunmuş Levha’da Kur’an-ı mecid’dir, ’(Burûc, 21-22) âyetini verebiliriz. (…)” (s.25)