Şubat 2025 Posts

İsmet Özel’in “SEVMEDEN SÖYLEME” başlıklı yazısından alıntılar

 

İstiklal Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel köşesinde bu başlıkla çıkan yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Sevmek ve söylemek … Şahsiyet terazimizin bir kefesine sevmeği koyarsak, sıra diğer kefeye söylemeği koymaya gelir. Tersini yapmağa kalkışırsak şahsiyet bakımından fukaralığımızı göstermiş oluruz. (…) Bir olgunun dışa vurumu ile aynı olgunun dile getirilmesi arasında netameli bir mesafe var. Bizim dünya olayları dediğimiz şeylerin hepsi bu mesafe dolayısıyladır.

Hadis-i Şerif’ten eğer birini seviyorsak bunu ona, o sevilen kişiye söylememiz gerektiği emrini alıyoruz. Varoluş sevgiyle başlar. Sevmenin ve sevdiğini sevilen kişiye söylemenin birbirini takip edişi varoluşumuzun mihveridir (eksenidir).

Dünyada II. Cihan Harbi sonrasında cazibesini artıran varoluş felsefesinin taraftarları şunu söyler: Dünya olduğu gibi vardır (The World dis), Tanrı olduğu gibi vardır (God is), ama insan var olur (but the man exits). Yani var olma süreci diye bir şey varsa, bu insan olmağa, insanlaşmağa mahsustur. (…) Avrupalı şahsiyetine ve emeğine yabancılaşmamış bir insan tahayyül eder. (…) Oysa Öz’ün biçime galebe çalacağı hususunda Avrupa’da doğup bütün dünyaya sirayet eden yaklaşım temelden yanlıştır.

(…) Eğer içimizde sadece Allah’a kulluk edecek ve sadece Allah’tan yardım dileyecek kadar temiz bir saha kaldıysa yanlışlık bizden hak ettiği müdahaleyi görecektir. (…) Sevme fiilinden ne anlamamız gerektiğini de bize Kur’an öğretir. (…) Latin alfabesini resmen kabul edişimizin başımıza neler getirdiğini biliyor muyuz acaba? ”

Kerîm Kur’andan İbrâhim Sûresi (14) ilk onbir âyetinin anlamları

 

1- Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, (bütün) insanları, Rablerinin izni ile, karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeğe lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.

2- O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Başlarına gelecek şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin (Hak’kı tanımayan, bilmeyen kimselerin) hâline!..

3- Onlar öyle kimselerdir ki, dünya hayatını sever ve (o hayatı), âhiret üzerine tercih ederler. Allah’ın yolundan çevirirler ve o yolun doğruluğunu istemezler (doğru olmasın isterler). İşte onlar, (haktan) çok uzak bir sapıklık içindedirler.

4- Biz, her gönderdiğimiz peygamberi, ancak kavminin dili ile gönderdik ki, onlara açıkça anlatsın. Artık, Allah dilediğini sapıklıkta bırakır; dilediğini de hidâyete (Hak yoluna) erdirir. O, güçlüdür, hikmet sâhibidir.

5- And olsun ki, Biz Mûsa’yı, “Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve onlara Allah’ın (nimet) günlerini hatırlat!” diye mûcizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabırlı, çok şükreden her kimse için ibretler vardır.

6. Hani bir vakitler Mûsa kavmine şöyle demişti: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi Fir’avn hânedânından kurtarmıştı. Onlar, sizi azabın kötüsüne sürüyorlardı ve oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakmak istiyorlardı. İşte bunda, Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.

7- Ve düşünün ki, Rabbiniz şöyle ilân etmişti: “And olsun, eğer siz şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım. Fakat nankörlük ederseniz, muhakkak ki, benim azabım çok şiddetlidir.”

8- Yine Mûsa, “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki, Allah hepinizden müstağni (ganî/kimseye muhtaçlığı olmayan) ve zâtında övülmeğe O lâyıktır.” demişti.

9- Sizden önce gelip geçenlerin, Nûh kavminin, Âd ve Semûd’un ve onlardan sonrakilerin -ki sayılarını ancak Allah bilir- haberi gelmedi mi? Onlara, peygamberleri mûcizelerle gelmişlerdi de (hayretlerinden) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz, hakîkaten sizinle gönderilen şeyi tanımıyoruz ve bizi davet ettiğiniz (din) den kuşku veren bir şüphe içindeyiz” demişlerdi.

10- Peygamberleri (onlara), “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve belirli bir vakte kadar size müsaade ediyor” demişlerdi. Onlar, “Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Bizi babalarımızın taptıkları şeylerden çevirmek istiyorsunuz. O halde, bize açık bir delil getirin!” dediler.

11- Peygamberleri onlara, “(Evet) biz, sizin gibi insandan başka bir şey değiliz. Velâkin Allah, nimetini kullarından kimi dilerse ona ihsan buyurur. Allah’ın izni olmadıkça da size bir mûcize getirmek haddimiz değildir. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etmelidirler.”

Kur’ân-ı Kerîm Es-Saf (61. Sûre)den anlamlarıyla ilk on âyet

 

1- Göklerde ve yerde ne(ler) varsa, hepsi Allah’ı tesbîh etmektedir. O güçlü, hikmet sahibi olandır. 2- Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? (Cihad istersiniz, Uhud’da bozguna uğrarsınız.) 3- Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah indinde gazab (a sebep olma) yönünden büyüdü. 4- Muhakkak ki Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf oluşturarak çarpışanları sever. 5- Hatırla ki bir vakitler Mûsa kavmine, Ey kavmim! Bana niçin eziyet ediyorsunuz? Pekâlâ biliyorsunuz ki ben, size Allah’ın Peygamberiyim! demişti. Vaktâ ki, haktan sapıp eğildiler. Allah da kalblerini saptırdı. Allah fâsık (sapkın/fesatçı) bir kavme hidâyet (yol gösterici) vermez. 6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah (ın rızasını) ve âhiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse, bilsin ki, Allah, yegâne ganîdir (hiçbir şeye muhtaç değildir), övülmeye lâyıktır. 7- Umulur ki Allah, sizinle onlardan olan düşmanlarınız arasında bir sevgi meydana getire. Allah kâdirdir; çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. 8- Allah, din husûsunda sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olan kâfirlere iyilik etmenizden, adâlet göstermenizden sizi men etmez. Çünkü Allah, adâlet gösterenleri sever. 9- Allah, sizi ancak din husûsunda sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimseler ile, dost olmanızdan men eder. Kim de (sizlerden) onlarla dost olursa, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. 10- Ey iman edenler! Size, mü’min kadınlar muhacir olarak gelirlerse onları imtihan edin. Allah onların imanlarını pekâlâ bilir. Bu imtihan üzerine, onların mü’min olduklarını anlarsanız, kendilerini kâfirlere geri vermeyin. Onlar, kâfirlere helâl değildir. Kâfirler de onlara helâl değildir. Bununla beraber sarfettikleri mehirleri, o kâfirlere verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, o kadınları nikâh etmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları (nızı nikâhınız altında) tutmayın. Siz, verdiğiniz mehirleri (onların vardıkları kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (sizinle evlenen mü’min kadınlarına) sarfettikleri mehirleri (sizden) istesinler. İşte size Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hüküm veriyor. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibi olandır.”

“Türk yazısı ve Latin yazısı üzerine Gökhan Göbel’in “İnkılaplar Ne Zaman Niçin İflas etti” başlıklı yazısından alıntılar

 

“(…) İsmet Özel hep zikreder: 27 Mayıs’a kadar Babıali’de iş bulabilmek için Türk yazısını bilmek şarttı.” İsmi geçen romanların ekseriyeti evvela gazetelerde tefrika edilirdi ve gazeteye bu tefrikalar Latin yazısıyla değil Türk yazısıyla gelirdi. Bu yalnızca tefrikalarla sınırlı değildi. Muharrirler de yazılarını gazeteye Türk harfleriyle gönderirdi. Bunları okuyacak Latin harflerine aktaracak tashih edecek adam mecburen bu yazıyı bilecekti. Başvekil Adnan Menderes “Millete malolmuş inkılapları mahfuz tutacağız! Millete malolmamış inkılapları da zorla benimsetmeyeceğiz” demişti. 27 Mayıs müflis Latin yazısından kurtulma, yazımıza kavuşma ümidimizi kırdı. Ama Allah bize 27 Mayıs’tan sonra bir İsmet Özel nasip etti. Yazısız kaldığımız, yazımızı geri alacağımıza dair ümidimizin kırıldığı zamanda sesimizi İsmet Özel muhafaza ve müdafaa etti. Okumuşlar takımının daha ilk şiirlerinden itibaren dili küf kokuyor dedikleri İsmet Özel her biri tek tek ezberlenen şiirler getirerek kendi sesimizi bize hediye etti. Bunu Latin yazısının ifsadı sonucu okuryazarların terk ettiği lâkin milletin hâlen muhafaza ettiği bütün kelimeleri dillere dolayarak yaptı. “Allah kahretsin İsmet Özel okumadan duramıyorum” diye şikâyet eden insanların direncini kıran şey “Türk sesi”dir.

İsmail Kara’nın “Tek partili Yıllarda Dinî-Tasavvufî Düşünce Açısından Mühim Bir Kitap” başlıklı yazısından alıntılar

 

“Rahmetli Samiha Ayverdi’nin (1905-1993) birinci baskısı 2005 yılında yapılan Mülakatlar kitabı dinî ve tasavvufî düşünceye, yasaklı tarikatlar dünyasına, 40’lı yılların Türkiyesi’ndeki açıktan dile getiril/e/meyen fikirlerin iç akışkanlığına ve ifade edilme-aktarılma biçimlerine, nihayet pozitivist ve maddî bir kültürel ortamda ispritizma yahut misyonerlikle iltisaklı dinî-manevî sapma temayüllerine dair çok kıymetli sorgulama malzemesi ihtiva ediyor. Cumhuriyet Türkiyesi’nde dinî kurumların, dinî düşüncenin, dinî yayıncılığın, dinî hayatın ve dinî dilin /üslubun varlık alanına çıkması, tezahür biçimleri ve seyirleri bakımından en dar(altılmış) ve en talihsiz dönemin tek partili yılların ilk devri (1924-1938) olduğunu söylemek herhalde malumu ilâm kabilinden bir beyan olacaktır. Bu inkıta, baskı ve biçimsizleştirme döneminin dinî sahanın bütün alanlarında bugüne kadar uzanan birçok probleme kaynaklık ettiği de şüphe götürmez.

17 Mayıs 1934 tarihinde umum müdür Vedat Nedim’in (Tör) imzasıyla Dahiliye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü’nün, hiçbir iddialı tarafı olmayan mütevazı bir kitap, Hazreti Muhammed’in Hayatı için yayıncısı ve yazarına yazdığı mektup ve ardından gelen yasaklama-toplatma kararı, bu daraltma ve aşağıya çekme ameliyesinin sınırlarını / sınır tanımazlığını göstermesi bakımından tekrar hatırlatılmaya değer vurgular ve işaretler taşıyor: “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz. Zât-ı âlilerinin herkesçe de müsellem olan ilim ve faziletinize hürmetkârız. Ancak günün bu kabil neşriyata (Hz. Muhammed’in Hayatı kitabının neşrine) tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz.” (…) ; hele dinî yayıncılığı da hem adet itibariyle hem de muhteva bakımından aşağıya çeken laiklik tasavvur çerçevesi ve bunun içinde konumlandırılmaya çalışılan resmî din anlayışına ve ilgili mücâvir alanlara bakmadan … Belki İsmet Paşa’nın Harf devrimi için söylediği, “Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik” cümleleri tabloyu daha bir netleştirebilir. (…)”