Mart 2025 Posts

“Seven de O Sevilen de O”

 

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın “ANADOLU’NUN RUHU Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları” isimli kitabının, bu yazının başlığını da alıntı olarak teşkil eden bölümünden yapacağım bazı alıntılamaların oluşturacağı bir yazı olacak bu eğer kotarabilirsem.

“Muhyiddin İbn Arabî’ye göre aşkın mekanizması aynıdır, değişmez. Aşk bir bütündür; beşerî ya da ilâhî olsun aynı minval üzere çalışır. Fakat beşerî aşk bir müddet için tâlim edilir, sonunda ne olduğu görülür, oradan ilâhî aşka geçilir. Eğer bir kişiye aşk tâlim edilmeseydi, o kişi sevmenin tam anlamıyla ne olduğunu bilemezdi. Aşk Allah tarafından verilir, kişinin içine yerleştirilir. (…)

Fethi Gemuhluoğlu diyor ki: “İnsan kendisi ile dost olsa, sâcid ile mescûd (secde eden ile secde edilen) secdede bir olur, tevhîd hâlinde olur.” Tevhid hâli nedir?

Fethi Bey, son devir Şâbânî Melâmîlerinden bir zât-ı muhterem. Allah sırrını takdis etsin, mekânı cennet olsun. Bahsettiği sözü el-hakk doğrudur. Bu söz, tevhîd hâli için doğrudur. Sâcid ile mescûd ayrı kaldığı sürece, O mescûd, siz ise sâcidsiniz. Ama öyle bir hâl yaşarsınız ki artık sâcid ile mescûd bir olur. Bir olunca da secde eden kim, secde edilen kimdir. O sırra erdiğiniz zaman da daimî secdeye erersiniz. Aksi takdirde sâdece, secdede O’nunla buluşursunuz. Secdeden kalktığınızda da ayrılırsınız. Secde, kıyâm vb. İster farz, isterse nâfile olsun bütün ibâdetler, bizim dâimî ibâdette olmamız için birer tâlimdir. Biliyorsunuz miraçta elli vakit namaz beş vakte indirildi. Bir insan, bir günde elli vakit namaz kılabilir mi? Böyle bir şey olsaydı sabahtan akşama kadar ibadet yapmak suretiyle manastırda yaşayan rahipler gibi olunurdu. Acaba Cenâb-ı Allah’ın bizden istediği öyle bir şey mi? Evet, ama fizikî olarak değil. Günde beş kere o tâlimi yapacağız ama araları birleştireceğiz. Öğleyi kıldık, üç saat sonra ikindi, daha sonra akşam… Peki aralarda nerdeyiz? Bizden istenen, araları doldurmak. Câmi’den çıkmak değil, hayatı ‘câmi’ haline getirmek. Gerçek olan namazı bire indirmektir. Âriflerin bütün namazı, bir namazı kılmak içindir. O bir namaz beşe bölünür, tek bir namaz ve tek bir secde için. Tek bir Allahu Ekber vardır orada. Diğer bütün tekbirler onun yansımasından, kopyasından ibarettir. O birlik hâline erinceye kadar sâcid-mescûd ayrımına devam edeceğiz. Bu hâl ise âriflerin sohbetlerine devamla zaman içerisinde olgunlaşır, daha sonra tevhîd hâli zuhûr eder. (…) Hâlbuki Allah’ı aramanın aslında kendini aramak olduğunu bilmiyor. Allah’ı bulmak kendisinin dışında bir eylem değildir. Dolayısıyla Allah’ı bulmak kendisi mutlu eder. (…) Mutlak olmayanda bekâ, bâkî olmayanda ise huzur ve mutluluk verme kâbiliyeti yoktur. Makam-mevki, para-pul, çoluk-çocuk, han-hamam ne varsa hepsi ârızîdir, fânîdir, sonludur, aslî değillerdir; bugün var, yarın yokturlar. Kalpler aslî olanı bulursa, Allah’ı bulursa ancak mutmain olur. (…) Allah’la bulduğumuz rahatlık bizim ontolojik (varoluşsal) ihtiyacımızdır. (…) Mecburuz Allah’ı bulmağa.

Şiiri tercih eden mutasavvıf şairlerin şiir mekteplerinde başmuallimin ‘aşk’ olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet, çünkü derdi olmayan bir şey söyle(ye)mez.”

“Seven de O Sevilen de O”

 

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın “ANADOLU’NUN RUHU Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları” (Sufi Kitap Yayını) Kitabının alıntı olarak bu yazının da başlığını teşkil eden bölümünden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Şiiri tercih eden mutasavvıf şairlerin şiir meteplerinde başmualliminin ‘aşk’ olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet, çünkü derdi olmayan bir şey söyle(ye)mez. Önce bir dert gerekir. Bu dert ister dünyevî isterse uhrevî bir dert olsun. Dert söyletir kişiyi. Bu aşk derdiyse eğer daha fena söyletir. Onun için dikkat edin ister bir halk türküsünde olsun, ister bir şiirde olsun, ilk tahrik edici unsur hep aşk olmuştur. Muhyiddin İbn Arabî’ye göre aşkın mekanizması aynıdır, değişmez. (…) Eğer bir kişiye aşk ta’lim edilmeseydi, o kişi sevmenin tam anlamıyla ne olduğunu bilemezdi.

Mehmet Akif ‘in “Kavmiyet ve Tefrika” Başlıklı Yazısının birkaç yerinden alıntılar

 

İsmail Kara ve Abdülkerim Asılsoy’un DERGÂH Yayınları’ndan çıkan “DİN VE MİLLİYET 1 1904-1914 II. Meşrutiyet ve Millî Mücadele Dönemlerinde Milliyetçilik Tartışmaları” kitabının başlıkta belirttiğim bölümünün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Allah’ın, Resûlünün sizin hakkınızda mahz-ı hayat (hayatın kendisi) olacak birçok evâmiri (emirleri) var; onları ifâ ederseniz, gerek bugünkü fâni hayatınızda, gerek yarınki sermedî (ebedî) hayatınızda mesut olur, rahat olarak, saadetle yaşarsınız. Sonra bilmiş olunuz ki Cenab-ı Hak, insanın kalbi ile kendi arasına girer; yani mahlûkunun bütün esrârına muttali olur. Şunu da biliniz ki yine merciiniz (dönülecek yeriniz) Allahu Zü’l-Celâl’dir”. O musibetten, o fitneden, o felâketten sakınınız ki; o belâ, o felâket hiç bir zaman içinizden yalnız suçlu olanlara gelmez; belki umumunuza birden müstevlî olur (yayılır). Bir de gözlerinizi açınız; iyi biliniz ki: Allah’ın ikâbı (azabı) şiddetlidir, müthiştir.”

Bu iki âyet Enfâl Sûresindedir. Allahu Zü’l-celâl buyuruyor ki: Benim bütün emirlerimde; evet, gerek size Kur’an ile bildirdiğim, gerek peygamberimin lisanıyla, sünnetiyle tebliğ ettiğim emirlerin hepsinde, sizin için hayat vardır. Hem nasıl hayat! Bütün manâsıyla bir hayat. Müfessirîn-i izâm buradaki hayatı yalnız maneviyata özgü tutmuyorlar; maddiyata da teşmil ile âyeti ona göre tefsir ediyorlar. Zaten maneviyat ile maddiyat birbirinden ayrılamaz. Bedensiz ruh olmaz, ruhsuz beden olmadığı gibi. Demek ilâhî emirlerin hepsinin zımnında bizim için, biz Müslümanlar için hayat var. Terkinde ise helâk muhakkak.

Artık düşünmeğe hâcet var mı? İşte görüyoruz. İslâm Âlemi’nin başına gelen musibetler, bu âyetin ne kadar kat’î, ne kadar sarih, ne kadar doğru olduğunu gösterdi! (…) Cenâb-ı Hakk’ın birtakım kavânîni (kanunları) vardır ki, bunlar ezelîdir. Evet o kanunlar hem ezelîdir, hem ebedîdir. Hiç de değişmez. Cenâb-ı Hak bütün hakikatleri bu kanunlarında birer birer göstermiş; müteaddit yerlerde, müteaddit şekillerde bildirmiştir.

Geziniz dünyayı; arza, semaya bakınız; muhtelif kıtalardaki harabeleri görünüz; sizden evvel geçmiş milletlerin tarihini okuyunuz. Göreceksiniz ki hepsi aynı sebepler, aynı şartlar altında mahv olmuşlar. Çünkü aynı sebepler, daima aynı sonuçları doğurur.

İlâhî emirler dendi mi, hepsinin zımnında (iç tarafında) hayat var. Hattâ nef’i (faydası) ilk bakışta sırf âhirete ait sanılan birtakım ibadetlerimiz var ki, onları da incelersek görürüz ki, herbirinde bu dünya için de pek çok faydalar var. Meselâ namaz Müslümanlara farzdır. İnsan günde beş defa Hâlik’ıyla kendi arasındaki râbıtayı yeniliyor. Dünyaya da ilişkinliği büyük, faydası çok. Çünkü insanları birçok münkerâttan (dince yasaklanan şeylerden) men ediyor; sonra aynı dine tâbi milyonlarca insanı aynı zamanlarda, yüzler aynı Kâbe’ye (aynı kıbleye) yönelmiş olmak şartıyla, aynı kubbeler altında topluyor. Çünkü İslâm tevhid dinidir; ekmel-i edyândır (dinlerin en kâmilidir). İslâm Dini kadar Allah’ın kullarını birleştirmiş, birbirine ısındırmış bir din yoktur.

Cenaze Arkasından Okunacak Dua

 

Ebû Hureyre, Ebu Katade ve Ebu İbrahim el- Eşheli’nin sahabe olan babasından (r.a.) rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.v.) bir cenaze namazı kıldı ve şöyle dua etti: Anlam olarak: “Allah’ım! Dirilerimizi ve ölülerimizi, küçüklerimizi ve büyüklerimizi, erkeklerimizi ve kadınlarımızı, burada bulunanlarımızı ve bulunmayanlarımızı bağışla! Allah’ım! Bizden hayatta bırakacaklarını İslâm üzere yaşat. Öldüreceklerini iman ile öldür. Bizi bu cenazede bulunmanın sevabından mahrum etme ve ondan sonra bizi fitneye düşürme.” (Tirmizî, Cenâiz 38 (Eşheli ve Ebu Hureyre’den); Ebu Davud, Cenâiz 56 (Ebu Hüreyre ve Ebu Katade’den). Ayrıca bk. Nesai, Cenâiz 77; İbni Mace, Cenaiz23)

Meryem Sûresi’nin anlam olarak ilk on iki âyeti

 

1-Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd (Bunlar anlamlarını yalnız Allah’ın bildiği, müteşâbih/mecazî manâya elverişli harflerden oluşan âyetlerdir.) 2- Rabbinin Zekeriyyâ kuluna olan rahmetini bir anmadır. 3- Hani Rabbine gizlice seslenmişti. 4- Demişti ki: “Ey Rabbim, cidden benim kemiğim gevşedi, başımı (ihtiyarlıktan) bembeyaz alev aldı. Sana dua etmekle ey Rabbim, hiçbir zaman bedbaht olmadım. 5- Gerçekten ben, arkamdan yerime geçecek yakınlardan endişedeyim. Hatunum da kısırdır. Onun için bana tarafından bir velî ihsan eyle! 6- Ki bana ve Yakûb hanedanına mirasçı olsun. Ey Rabbim, sen onu rızana mazhar kıl!” 7- (Allah Teâlâ buyurdu ki): “Ey Zekeriyya! Gerçekten biz sana bir oğul müjdeliyoruz ki, adı Yahyâ’dır. Bundan önce ona hiçbir adaş yapmadık.” 8- (Zekeriyyâ), “Yâ Rabbi! Benim nasıl oğlum olur ki, hatunum kısır bulunuyor. Kendim de ihtiyarlığın son haddine vardım.” dedi. 9- (Melek) dedi: “Öyle! (Lakin) Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır, bundan önce seni yarattım… Halbuki hiçbir şey değildin.” 10– (Zekeriyyâ), “Yâ Rabbi! (Hatunumun gebeliğine) bana bir alâmet ver!” dedi. Allah Teâlâ hazretleri, “Senin alâmetin, sapasağlam olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır.” buyurdu. 11- Derken mihrabdan kavminin karşısına çıktı da onlara, “Sabah ve akşam namaz kılın!” diye işaret verdi. 12- (Yahyâ doğduktan iki sene sonra), “Ey Yahya! Kitabı kuvvetle tut!” (Yani Tevrat’la amel et! buyurduk). Ve daha çocukken ona peygamberlik verdik.