Mayıs 2025 Posts

İmâm-ı Âzâm’ın Tesbih Duasının anlamı

 

İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife, Cenâb-ı Hakk’ın tecellîsini yetmiş bin perde arkasından doksan dokuz gece rüyasında görmüştü. Nihayet yüzüncü gece gördüğünde sordu: “Yâ Râb! Bizler çok günahkâr kullarız, bunu itiraf ediyoruz. Bâri biraz birşey öğret de onu yapıp affına hak kazanalım” dedi. Bir rivâyete göre de: “Yâ Rabbi, bizi mahşer sıkıntısından kurtaracak şey nedir?” dedi.

Cenâb-ı Hak da, bu tesbih duasının sabah akşam birer defa okunmasını öğretti.

“Devamlı olan, ebedîliğinin sonu olmayan, tüm eksiklerden arı (tertemiz) olan Rabbimi tesbih ederim. O yüce Mevla’mı hatırlar, anarım, gece-gündüz yâd ederim. Bir tek olan Allah’ı tesbih ederim. Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ı tesbih ederim.”

“Direksiz gökleri yükseltip tutan Allah’ı tesbih ederim. Yeri, donmuş su üzerine döşeyen Allah’ı tesbih ederim. Tüm mahlûkâtı (yarattıklarını) yoktan var eden, yaratan, sayılarını bilen Allah’ı tesbih ederim. Tüm canlıların rızıklarını taksim edip hiç kimseyi unutmayan Allah’ı tesbih ederim.”

“Rabbim! Mağlubum Ben, Sen Yardım Eyle.”

 

Ekrem Demirli‘nin BİR MEKTUP GELDİ ONDAN Kur’an’ın Anlamına Yolculuk Kitabının (Fikriyat’dan) “Rabbim! Mağlubum Ben, Sen Yardım Eyle.” başlıklı yazısından birkaç alıntı bu yazıyı oluşturacak.

Doğru yolda olmak dağda gemi yapmak gibidir. Adet ve alışkanlıklarla körelmiş zihinler karşısında hakikati söylemek ve onun peşinden gitmek, dağda gemi yapmaktan öte bir şey değildir. Bu nedenle en zor olanı hakikat üzere sebat ve yoldan dönmemektir. (…)”

” Hat sanatının zarif örnekleriyle yazılmış levhalardaki bir ifade öteden beri Müslümanlara başarının tarifini verir: et-tevfik minallah ( Tevfik Allah’tan) ve Allâhu veliyyü’t-tevfik (muvaffak kılacak sadece Allah’tır). Müminler birbirlerine ‘Allah muvaffak eylesin’ diye dua eder, annenin veya babanın en hoş niyazlarından biri “Allah muvaffak eylesin, Allah utandırmasın” duasıdır. Her birimizin gün içinde müteaddit defa söylediğimiz bu ifade bize ne anlatır? Kadim kitaplarda tevfik (başarı) şöyle tanımlanır: ‘Allah’ın kulun fiillerini rızasına uygun halde yaratmasıdır’ Demek ki tevfik ve muvaffakiyet duasının özel bir anlamı ve bir istikameti var. Müminler her başarı için ‘başarı’ tabirini kullanmıyor, her başarılı kişiyi ‘başarılı’ addetmiyor. Böyle bir başarı için emek harcamayı uygun görmüyor. Onlar ilahi rızaya uygun / muvafık düşen işi ‘başarı’ sayarak onun peşinde ömür harcamayı yaşamanın anlamı kabul ediyor. Başarı ancak ilahi rızaya uygun davranışın adı olabilir. O da yine Allah’ın nasibinden başka bir şey değildir. O zaman başarı ve başarısızlık bahsini ele alırken bakacağımız yer burasıdır. İlahi rızaya uygunluk ve uygunsuzluk hali. Bir fiil ilahi rızaya uygun ise başarıdan söz edilir; buna mukabil ilahi rıza ile çeliştiği ölçüde başarısızlık vardır. İlahi rızaya uygunluk ise bizzat Allah’ın nasibidir. Hayatı bu istikamette yaşayabilmek bizi niceliksel başarının her türünden uzaklaştırır.

Hz. Nuh’tan Son Peygamber’e Kadar Müşterek Dil: ‘Yenildim Rabbim’ ve ‘Ben Yapamam!’

Hz. Nûh duasında ‘Rabbim! Ben mağlup oldum, bana yardım eyle’ nidasıyla niyaz eder. (Kamer, 10.) Bir Peygamber’in daha güzel duası olabilir mi? Hz. Nûh’un dua ettiği zamana ve zemine bakmak işin hakikatini fark etmeyi güçleştirebilir. Onun tebliğ tarihi -ki ona tarih diyeceksek eğer- kelimenin ‘dar’ anlamıyla tam bir başarısızlık tarihidir. Onun tebliği karşısında insanların inatçılığı bir deyime dönüşmüş, insanlık hafızasında yer etmiştir. Biz ‘Nûh dedi peygamber demedi’ dediğimizde, insanlığın ikinci atasının tebliği karşısında yaşanan inadı hatırlarız. Hz. Nûh böyle bir dirençle karşılaşmışsa biz de karşılaşabiliriz. ‘İnsanlığın ikinci babası’nın tebliğinin her aşaması garip tecellilerle doludur. Tevrat’ın ayrıntılı anlattığı hikâyeler Kur’ân-ı Kerîm’de ana hatlarıyla zikredilir. Hz. Nûh, yıllar süren tebliğde kimseyi ikna edememiştir. Hiç kuşkusuz ikna etmek veya inandırmak Peygamber’in görevi değildir, onlar sadece tebliğ eder. Fakat neticede Peygamber de vesiledir ve o vesileyle inananların sayısı darbımesel olacak kadar azdır. Kur’ân-ı Kerîm dokuz yüz küsur seneden söz eder. (Ankebût, 14) (…) Hz. Peygamber birkaç kişinin iman ettiği veya kimsenin inanmadığı peygamberlerden söz eder. (…) Hz. Nûh üzerinden Allah neticeye bakmaksızın başarıya odaklanmayı anlatır: Başarılı olmak, muvaffak olmak demek değildir ve bize emredilen başarısız iken de muvaffak olmamızdır. Daha doğrusu başarı ile muvaffakiyeti ayrıştırarak insanın sınırda durmasını biz Hz. Nûh’tan öğreniriz. Mesele başarılı olmak değil, ilâhî sınırda kalabilmek ve bunun için sabretmektir. Onun kıssasında dikkat çeken tek hadise iman edenlerin sayısının azlığı değildir. Hz. Nûh’a verilen emir büyük bir sınavın ta kendisidir: Bir dağın başında gemi yapmak! Sonradan gelenler bunun mucize olduğunu öğrenmişlerdir, lakin devrinde yaşayanlar için bundan büyük sınav olamaz. Bu nedenle kavmi tuzağa düşerek Hz. Nûh’a ‘bunak’ der. Biz hikayeden şunu öğreniriz: Doğru yolda olmak dağda gemi yapmak gibidir. Âdet ve alışkanlıklarla körelmiş zihinler karşısında hakikati söylemek ve onun peşinden gitmek, dağda gemi yapmaktan öte bir şey değildir. Bu nedenle en zor olanı hakikat üzere sebat ve yoldan dönmemektir. İnsanlık tarihi boyunca nice erdemli insan ‘dağda gemi yapmaya devam edecektir.’ Çünkü dağda gemi yapmak bir nübüvvet âdetidir. (…) Tebliğinin son aşaması başka tecellîleri gösterdi: Gemiye girebilecekler için dua ederken ‘ehlim (ailem) tabirini kullanmştı. Aile ve nesle dua peygamberlerin dualarında önemli bir yer tutar. Hz. Nûh’un duasına rağmen oğlu gemiye binmedi, çünkü iman etmemişti. İman bağı yoksa kan bağının anlamı olabilir mi? Demek ki Hz. Nûh da babalıkta ‘başarısızlığa’ uğramıştı. (Hûd, 25-49)

Hz. Meryem Niçin Korkmuştu?

 

Keşke ölseydim ve unutulup gitseydim. (Meryem, 23.)

” Yunus Emre zahitlerin dünyayı bırakarak hakikati başka bir zeminde arama esaslı yöntemlerini reddetmek sadedinde ‘Ben ayımı yerde gördüm, bana rahmet yerden yağar’ demişti. Bu ifadenin kaynağını aramak istersek peygamberlerin kıssalarından birkaç husus akla gelir: Birincisi büyük bir sıkıntıdan mustarip olan Hz. Eyyûb’a çare olarak suyun gösterilmesi (Sâd, 42.), ikincisi Hâcer’in amansız bir şekilde koşuşturması esnasında İsmail’in suyu ayağının altında bulması ve üçüncüsü Hz. Meryem’e ‘Ayağının altında pınar var’ denilmesidir. Eyyûb peygamber yaşadığı darlığın (kabz) ardından Rabbine iltica ettiğinde, ‘Ayağını yere vur, işte içilecek serin su’ denilmişti. Eyyûb’un yaşadığı dert neydi ki ayağın altında bulacağı su onun çaresi olacaktı? Bu hikâyeye göre daha anlaşılır olan ise İsmail ve Hâcer hikâyesidir. Hâcer çocuğu İsmail’e su ararken suyu aranan yerde değil -Yunus’un ayı gökte aramayı bırakması gibi- ayağın altında bulunmuştu. Böylece rahmet ikinci kere yerden yağmıştı. Üçüncü hikâye ise Hz. Meryem ile ilgiliydi. Meryem Cebrail’in nefesiyle Hz. İsa’ya hamile kaldığında şöyle demişti: Keşke bundan önce ölseydim ve unutulup gitseydim (Meryem, 23) Cebrail ise ona şöyle demişti: ‘Üzülme, Allah senin alt tarafından bir pınar akıttı. (Meryem, 24) Âyet-i kerîmeyi literalist yorumla okursak, ortada sorun yok gibidir. Hz. Meryem iffetiyle maruf birisidir ve çocukluğundan itibaren kendini Allah’a adamış, Mabed’in içindeki inziva odasında (mihrap) ibadete çekilmişti. Haddizâtında annesi de henüz ona hâmile iken erkek olmasını dilemiş, özgür birisi olarak onu Allah’a adamak istemiştir. Meryem o kadar zâhit ve dindardır ki Zekeriyyâ peygamber kendisine imrenmiş onu gibi bir çocuğunun olmasını dilemiş, İbnü’l-Arabî’nin yorumuna göre Allah ona Meryem gibi olan Yahya’yı vermiştir. (Fusûsu’l-Hikem, s. 192) Yahya ahlâk ve öteki meziyetleri bakımından Meryem’in erkek olarak temessül etmiş hâlidir. Hz. Meryem inziva esnasında birtakım kerâmetlere mazhar olur. (…)

Hz. İbrahim ‘Rabbim, Sonrakilerde bize hayırla anılma nasip eyle (Şuarâ, 84). demiş, bu duanın mazharı olmak üzere Allah Hz. Peygamber’e ‘Senin adını yücelttik’ demiştir (İmam Kuşeyrî’nin yorumu). (…) Vahiy tecrübesi peygamber için hayatın en çetin ânı olmalıdır. Çünkü vahiy insana yüklenen emanetin en yüksek seviyesi, Allah ile irtibatın en yoğun hâlidir.”


İsm-i A’zam Duası hakkında

 

Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm: “İsm-i A’zam’la yapılan duâ kabul olunur, istenince verilir.” Müslüman bir kul, İsm-i A’zam’ı okuyarak Allah’tan ne isterse Allah Teâlâ ona cevap verir. “Dergâhına kalkan elleri Allah (c.c.) boş olarak geri çevirmez.” buyurmuştur. O bize doğruyu söylemiştir. Çünkü O’nun sözü ilâhî vahye dayanır. Eğer ellerimiz boş çevriliyorsa bizde bir noksanlık olduğunu düşünmek gerekir. Yüce kapının tokmağına dokunmayı bilemiyoruz. Kapı açılmadı diye de hemen kapıyı terk ediyoruz. Ağlamayan çocuğa meme verilmediğini düşünemiyoruz. Eyyüb Aleyhisselâm’ı hatırlamıyoruz. Kapının açılması için evvelâ yenilenin, içilenin, giyilenin helal olması lâzımdır. Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve Sellem: ” Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram; ellerini açmış duâ ediyor. Bu hali ile nasıl kabul olunur?” buyurmuştur. Yaptığımız duânın kabule şayan olmasının şartlarında biri de lisân ve kâlbin birlikte hareket etmesi ve Allah (c.c.) dan başkasının kâlp evinden tahliye edilmesi gerekir. Gâfil bir kâlp ile yapılan duanın etkisi görülmez. Gâfil bir kâlp ile yapılan duânın etkisi görülmez. (…) Cenâb-ı Hakk’ın azametini bilerek zikredilen O’nun her ismi, İsm-i A’zam’dır. İki cihanda mesudâne bir hayat temini için yapılan duâ İsm-i A’zam’dır. Allah’ın, Peygamberlerin, Müslümanların katmerleşmiş düşmanlarının kahrolması için İsm-i A’zam’ı okumalıyız. Velhâsıl Allah’ın rızası olan her şey için okumalıyız. Ancak süflî işler için İsm-i A’zam duasını okumaktan kesinlikle kaçınmalıyız. Bu mübarek duâyı okuduktan sonra hacetinizi söylemeyi unutmayınız. Bu mübarek duâyı Allah’a (c.c.) ve Rasûlüne (s.a.v.) gönül vermiş olan siz Müslüman kardeşlerimizin daha kolay faydalanması için kaynak eserlerden bir araya getirdik.

TV’de “Özgür Özel’den şikayete devam mesajı: “Dünyaya rezil edeceğim seni. Türkiye bir sivil darbe sürecindedir.”

 

CHP genel başkanı Özgür Özel bu sözleri sarfetmiş: “Dünyaya rezil edeceğim seni”, “Türkiye bir sivil darbe sürecindedir”. Başka sözleri de var aynı coşku halinde söylenmiş. Ne ki TV ekranını “İngiltere’de kaos! Araç insanları ezdi” haberi kapladı. Ardından da: “Macron feleğin tokatını mı yedi? Ahmet Hakan Konukları ile değerlendiriyor” Böylece diğer başlıkları yazamadım. Ama Özgür Özel’in sarfettiği sözleri hayretle karşılamadım. Ona özgü, beklenir sözler. Hiç yadırgamadım. Konuşması, sözleri hep böyle. Daha hiç önemsediğim, düşündürücü bulduğum bir sözüne rastlamadım. Sözgelimi “Türkiye bir sivil darbe sürecindedir” sözü anlamsızdır ve izahı mümkün değildir. Merhûm Bülent Ecevit de bir zamanlar CHP’nin Genel Başkanıydı; günümüzdeki genel başkanla hiç karşılaştırılabilir mi? Ortak yanları var mıdır sorusu dahi sorulabilir mi? Ecevit hem entelektüel bir insandı, hem de değerli bir siyasetçiydi. Özgür Özel’in tahminimce en takdir ettiği siyasetçi ise E. İmamoğlu’dur. Tahsili hakkında, diploması hakkında ne denilirse denilsin, İmamoğlu onun için çok önemli bir şahsiyettir. Bunun böyle olduğunu kendisi yansıtıyor. O’na hayran görünüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için söyledikleri hiç önemli değil, kendi niteliğini, seviyesizliğini yansıtır o sözler. CHP’lilerden bile takdir alamadığını, o sözlerini iyi karşılamadıklarını tahmin ederim. Türkiye Özgür Özel’e göre “sivil darbe sürecinde” bir ülke. Yani askerî bile değil de sivil bir darbe sürecinde diye niteliyor ülkemizi, bu ülkenin insanlarını ! Türkiye’yi, Türk milletini söylediği sözler ne kadar tanıdığını gösteriyor !