Temmuz 2025 Posts

“Yaşadığınız gibi ölürsünüz ve öldüğünüz gibi haşr olursunuz.”

 

FÎHİ MÂ FÎH (Tercüme : Ahmed Avni Konuk Hazırlayan : Dr. Selçuk Eraydın İZ Yayıncılık 8. Baskı 2009

Alıntılar:

“Malûm olduğu üzere ehlullah cevâmiu’l-kelimdir ( Birçok manâyı kendinde toplayandır).

“Namazın rûhu namazdan efdaldir.”

Nazım olarak tercüme: “Gözümde hayâlin, dilimde adın / Gönül gark-ı zikrin, bu mektûb kime?” Gark-ı zikr: zikirde gark olma.

“Eğer perde açılsa benim yakînim fazlalaşmaz.”

“Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin.”

“Allah Teâlâ mü’minlerden nefislerini cihâda ve mallarını sadaka ve infaka sarfedenlere bi’l- mukâbele cennet i’tâsıyla müşterî oldu.”

“Sen kıymetce iki cihânın verâsındasın; ne yapayım kendi kadrini bilmiyorsun.”

“Kendini ucuz satma; zîrâ sen çok ağır bahâlısın.”

“İki rek’at namaz dünyâ ve mâfîhâdan (içindeki şeyden) hayırlıdır.”

“Nereye, hangi semte döner, yönelirseniz Allah’ın yüzü işte oradadır.”

“Siz ey insanlar hiç şüphesiz o hâlden bu hâle bineceksiniz. Öyleyse onlara ne oluyor ki îmân etmiyorlar.”

“Mü’min mü’minin aynasıdır.”

“Kalblerimiz perdelidir, dediler. Bilakis küfürleri sebebiyle Allah onlara la’net etti.”

“Allah onların kalbleri üstüne de, kulakları üstüne de mühür basmış, gözlerinin üzerine bir de perde çekmiştir.”

“Bu kalıp kaldırılıp kıyamet görünür olsa, benim yakînim ziyâde olmaz.”

“Eyvallah, her şey Hak’dandır; ve her şey Hakk’a nisbetle iyidir; velâkin bize nisbeten böyle değildir.”

“Namazsız îmân fayda verir; ve münâfıkların namazı gibi, îmansız namaz menfaat vermez.”

“Şu hâlde Hak nûrundan yanmağa sabr etmeyen ve ictihâd göstermeyen adam, adam değildir. İdrâk olunan her şey Hak değildir. Âdem odur ki, ictihâddan hâlî (boş) kalmayıp, bî-ârâm ve bî-karâr olarak Hakk’ın Celâl nûrunun etrâfını devr eyliye. Ve Hak odur ki, âdemi yakıp yok ede ve hiçbir akıl onu idrâk edemiye.”

Nazım olarak tercüme: “Gözümde hayâlin, dilimde adın / Gönül gark-ı zikrin; bu mektûb kime?” (gark-ı zikr: zikirde gark olma)

“Nebî (a.s.v.) Efendimiz “Gece uzundur, onu uykun ile kısaltma; ve gündüz aydınlıktır, onu günahlarınla karartma” buyurdular.

“Mevkıf-i itab’da Rabb’inin indinde hâzır olacağını bilip, O’ndan korkarak, nefsini hevâ ve şehevâtından nehy eden kimsenin menzil ve karargâhı cennettir.”

“Biz dünyada Allah içiniz ve biz âhirette de O’na dönücüleriz.” (Bakara, 2/156)

“İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görür, kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa, onu görür.” (99/7-8)

“İman namazdan efdaldir. Zîrâ namaz beş vakitte ve halbuki imân daima farzdır.”

“İnsan büyük şeydir; onda herşey yazılmıştır. Zulumât perdeleri kendindeki o ilimleri, onu okumaya bırakmaz. Zulumât perdeleri, dünyanın bu türlü türlü meşguliyetleri ve tedbirleri ve arzularıdır.”

“Bütün âlem nûra gark olsa, gözde nûr olmadıkça, aslâ o nûru görmez.”

“Hz. İmâm-ı Ali (kerremallâhu vechehû) “Nefsini bilen Rabbini bilir” kelâmını o nefis için söyledi; ruh için söylemedi.”

“Hak Teâlâ buyurur ki; “Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin.”

” Hak ve bâtılda çok yemin eden bî-mikdâr (değersiz) kimselere itaat etme.” (Kalem, 68/10)

“Takdîr-i İlâhî’yi bilmez, kul eder tedbîr / Meşhûr meseldir bu, tedbîri bozar takdîr”

“Allah kişi ile kalbi arasına girer” (Enfâl, 8/24)

“Baş odur ki onda bir sır ola. Yoksa bin baş bir pula değmez.”

“Allah ganîdir; siz ise fakirsiniz,muhtaçsınız.” (Muhammed, 47/38)

“Tasavvuf Bir Yöntemdir, Bir Bilgi Değildir”

 

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın ANADOLU’nun RUHU (Tasavvuf Felsefe Siyaset Konuşmaları Tasavvuf Sohbetleri Dizisi 12, SUFİ KİTAP 1. Baskı Ocak 2011 Yayına Hazırlayan: Ercan Alkan) isimli Kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Evvel’e Yolculuk’un mütemmim bir cüzü olarak düşünülen Anadolu’nun Ruhu, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’la farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından çeşitli süreli yayınlar ve internet sayfaları için yapılmış olan söyleşilerin bir araya getirilip gözden geçirilmesi ile vücut buldu. Ana hatlarıyla ezoterizm, tasavvuf ve irfânî geleneğin yapısı, tarikatların günümüz dünyası ve Türkiyesi’ndeki serüveni, modernite-gelenek düalizmi, söyleşilerin yoğunlaştığı başlıca konular. Söyleşilerin bütününün yaslandığı ana çerçeveyi kabaca şu iki yaklaşıma hasredebiliriz: Ekberî-Sûfî yaklaşımla dinî ve maneviyatı yorumlamak, Guenonien perspektifle gelenek ve moderniteyi okumak.

Anadolu’nun Ruhu’nun başlıca konularından birisi olan Ezoterizm antik dönemden itibaren felsefenin ve filozofların temel uğraş alanıdır. Ezoterik düşünce, “İçteki ana ilkeleri bilmek sûretiyle dışta tezâhür eden oluşların sırlarını çözmek” ilkesinden hareketle her şeyi anlamlandırır. Söz konusu ilke burada bizi iki kavram çiftiyle buluşturur: Felsefe söz konusu olduğunda philosophia perennis, din söz konusu olduğunda ise religio perennis. Kılıç’ın benimsediği Guenonien perspektif, işte bu noktada bize kendisini gösterir. Şu halde buna göre philosophia (hikmet sevgisi), köken itibarıyla Antik Yunan’dan daha ötelere gitmektedir ve philosophia’nın öğretildiği merkezler ise inisiyasyona tâbi yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır; aslında bu durum, gelenekselci düşünürlere göre Rönesans’la birlikte manipüle edilmiş bir hakikattir.

Bir Kitap: İsmail Kara’nın “Genişletilmiş Dördüncü Baskısı ve Kutuz Hoca’nın Hatıraları”

 

DERGÂH Yayınları’nın 202., Anadolu Kitaplığı’nın 1., Rize Kitapları’nın 12., 3. Baskısı Kasım 2000 ve ilaveli 4. Baskısı Eylül 2015 olan KUTUZ HOCA’NIN HATIRALARI / Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası kitabı’nın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

KUTUZ Hoca’nın Hatıraları- Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası kitap olarak 22 Şubat 2000 tarihinde çıktı ve kısa zaman içinde ciddi denebilecek bir ilgiye mazhar oldu. Bu ilginin önceden bildiğim yahut sonradan farkettiğim birkaç sebebi var. Gazete ve dergilerin özel bir alâka göstermesi ve hakkında peşpeşe güzel tanıtım yazılarının çıkması, benimle röportajların yapılması güncel ilginin ana sebebi sayılır. (Yayın sırasıyla Dücane Cündioğlu, Taha Kıvanç ( Fehmi Koru), Hüseyin Yorulmaz, Ahmet Turan Alkan, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Erdal Çakır, Orhan Okay’ın yazılarını özellikle ve teşekkürle anmak isterim). Fakat daha köklü sebep muhtemelen bu sahanın, Cumhuriyet devri hoca ve şeyh hatıraları ve monografileri alanının bomboş olmasıydı. Doğrusu hâlâ önemseyerek ve severek çalıştığım bu alana dikkat çekmek, sahayı canlandırmak ve teşvik etmek için yayıncılık tecrübelerimin tamamını kullanarak hem muhteva ve hissiyat hem de görsellik itibariyle tahrik edici, heveslendirici bazı unsurlara da yer vermiştim. Tahminlerim tuttu. Basın-yayın mensupları yanında din-siyaset ilişkileri ve sosyoloji çalışan akademisyenlerden; ilahiyatçılar, Diyanet mensupları, hatırat meraklılarından, hocalardan, elbette hemşehrilerimden ümit verici, zevkli geri dönüşler aldım. Kitapta kendisinin ve hocalarının benzer tecrübelerini bulanların sayısı hayli fazlaydı. (…) Bir ay içinde bin adetlik ilk baskının tükendiğini söylersem mütevazi bir yayına gösterilen ilgiye kaynaklık eden sebeplerin etkisi hakkında bir fikir edinmek mümkün olur sanırım. İki bin adetlik ikinci baskı Mart’ın son gününde çıktı, yine iki bin adetlik üçüncü baskı ise aynı yılın Ekim ayının sonunda yapıldı ve o yılın TÜYAP Kitap Fuarı’na yetişti. (…) Köy romanları, köy hayatıyla ilgili hatıra ve deneme metinlariyle karşılaştırıldı. Bunların hepsi hayra alâmetti.

Avrupa’da Bir Cevelân / Fransa’da Yüksek Tahsil ve Doktora

 

“Biz Batı’nın iki şeyini yanlış anladık; iki yüzünü tersinden gördük: İlmini ve ahlâkını. Batılılaşmak isterken onun ilmini alıp ahlâkını almamak kararını verdik. İlimle ahlâkın aynı kökten çıktıklarını bilemedik. İlmi de güya almak isterken, bir müze malı gibi veya bir şöhret kürkü gibi mahfazalar ve bohçalar içerisinde güzidelerle münevver geçinenlerin temaşasına mahsus, cemiyetin hayatıyla alâkasız bir antika eşyası halinde aldık.

( “Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlâk Görüşü”, Kültür ve Medeniyet kitabından)

LİSEDEN mezun olan Topçu, muhtemelen kendi kendine verdiği bir kararla Avrupa’da tahsil imtihanlarına girer ve kazanır (1928 yazı). Kesin bir bilgi olmamakla beraber ailenin yakın dostu Hüseyin Avni Ulaş, Erkek Lisesi’nde hocası Celal Hoca, hatta Hasan Âli Yücel, belki başka hocalar ve okul idaresi bile Avrupa’da tahsil imtihanlarına girmesini tavsiye ve teşvik etmiş, desteklemiş olabilirler. Zaten 1927 yılında hazırlanan talimatnameye göre her okul Avrupa’da tahsil için istidatlı gördüğü başarılı (ve en azından iyi derece ile bitirmiş) talebeleri Bakanlığa bildirecek ve bu talebelerden Milli Talim ve Terbiye Heyeti’nin onayından geçenler giriş imtihanlarına katılabilecektir.

“Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-IV, Zekerâvî Kelimede içkin ‘Malikî Hikmet’ hakkındaki Fas’tan Alıntılar

 

“Bilinsin ki, Zekeriyyâ (a.s.)ın müdebbiri(tedbirli olan) özel ismi ’Mâlik’ ism-i şerîfidir. Dolayısıyla şehâdet hazretinde onun varlığında zâhir olan da, bu ismin hazinesinde saklı bulunan hâller olduğundan, kendisi Allah indinden bu ismin muktezası olmak üzere, tam kuvvet ve etkin himmet ile teyid edilmiş oldu ; zîrâ ‘Mâlik’ şiddet ve kuvvet manâsına olan ’mülk’ten alınmıştır; ve mülk, kudret ve tasarruf anlamına da gelir. Şu halde Hak malikiyeti, Zekeriyyâ (a.s.)ın varlığında zâhir oldu. Çünkü o’nun şerefli varlığı ”din günü” gibi oldu; ve kıyâmet manâsına olan din gününde Hakk’ın malikiyet kemâli zuhûr ettiği cihetle Hak Teâlâ ’din günü’ne Mâlik şerefli ismini bağlı kılıp, Fâtiha Sûresinde mâlik-i yevmiddin buyurdu; bundan dolayı cenâb-ı Zekeriyya rahmet ve nıkmetin (zahmetin) zuhuru hususunda din gününün hâlleri ile tahakkuk eden olduğundan, din günü menzilesinde oldu. Şu halde Hak Teâlâ hazretleri ”din günü mâliki” olduğu gibi ”Zekeriyya Maliki ” de oldu. Çünkü Hak Teâlâ anılan günde bazan rahmet ve bazan azab eder. Ve bu günde rahmet ve azabda zuhûru ile onun mâlikiyeti zâhir olur. İşte Zekeriya (a.s.) ın varlığında da Hak bu iki şe’n ile zâhir oldu. Rahmeti ile zuhûru budur ki, onun muhterem zevcesi âkır ve kendisi pek ihtiyar olduğu halde ”bana katından bir veli bağışla” (Meryem, 19/5) diyerek Hak’tan bir salih oğul taleb etti. Ve Hak Teâla da duasını müstecab edip,o hazretin haiz olduğu ilahi maarif ve rabbanî sırlar ve hamîd ahlâka vâris olarak ona Yahyâ (a.s.)ı bahşetti. Ve nıkmetle (intikamla) zuhûru budur ki, Hak Teâlâ onu şiddetle ahz etti / o hazreti testere ile küffar ikiye biçtiler. O dahi buna sabredip, mazhar olduğu özel ismin gereği olarak Hak’tan bu belanın kaldırılmasını talep etmedi. işte bu sebebe binâen ”mâlikî hikmet” Kelime-i Zekerâvi’ye tahsis kılındı. Mesnevî ’den tercümesi: ”İmdi kıyâmet ol, kıyameti gör: her şeyi görmek için bu şarttır. Akl olursan, aklı kemâliyle bilirsin. Aşk olursan aşkı cemâliyle görürsün.”