İki yazı: biri İslâm’ın özü, biçimleri ve medeniyetlerine; diğeri Kemalizmin evrimi, türleri ve ‘çoğulculuk’a dair
“(…) Tarih İslam’ın özünün İran biçiminde, Türk biçiminde, Endülüs biçiminde, Hind biçiminde, Balkan biçiminde sunumlarına şahit oldu. Bu sayede kapalı dar bir mahalli alandan çıkarak evrensel değerlere sahip medeniyetler kuruldu. (…)
Aslında Müslümanların gerek bilimde, gerek felsefede ve gerekse siyasette uzun yıllar devam edecek başarıları oluşan bu melezlenmelerle olmuştur. Her kavimden gelen insanlar evrensel doğruları bu dinde bulmuş ve kendi katkısını yapmıştır. Ama özde aynıdırlar. Biçimde farklıdırlar. Tıpkı şunun gibi. Hâlis Arap olan ve bütün yazılarını o dilde yazan bir Muhyiddin İbn Arabi gibi bir bilgenin söyledikleri ile bütün yazılarını Farsça yazan Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin söyledikleri ve bütün sözlerini Türkçe söyleyen bir Yunus Emre’nin söyledikleri özde aynı lisanda farklıdır. Bu üç bilgenin yazılarını modern iletişim teknolojisi yardımı ile birbirine çapraz tercüme edelim (cross translation) ve tematik mukayeselerini yapalım üçünün de aynı özü söylediğini göreceksiniz. İşte bu bir zenginliktir ve Müslümanları diğerleri önünde başarılı kılmıştır. “İlim Çin’de de olsa alınız” diyen bir Peygamber evrensel sentezlerin kapısını Müslümanlara açan kimsedir. (…)“ (Mahmud Erol Kılıç, 19.11.2017, YeniŞafak) http://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/arap-dunyasi-nereye-gidecek-2041153
“Evrimi göz önüne alındığında gündemimizin değişmeyen tartışması “Kemalizm/Atatürkçülük”ün yeni bir boyuta taşınması şaşırtıcı değildir. (…) Burada eski Marksistler tarafından “devrimin ideolojik arka planını oluşturma” amacıyla araçsallaştırılan “sol Kemalizm”in “milliyetçi,” buna karşılık pozitivist, solidarist ve korporatist temeller üzerinde yükselen “sağ Kemalizm”in de “seküler” ideolojiler olduğunun altını çizmek gerekir. Bu dönemde “sağ-sol” ayrımı günümüzdekinden oldukça farklı olmakla kalmamış, söz konusu iki Kemalizm “milliyetçilik” ve “sekülerlik” üzerine benzer görüşler savunmuşlardır. (…) 1968 sonrasında yükselen “sol” hareketler, Mustafa Kemal’in İstiklâl Harbi sırasında kullanmak zorunda kaldığı “sosyalist” söylemden yola çıkarak “sol Kemalizm”i “devrim stratejisi” haline sokma girişiminde bulunmuş, 1971 ve 1980 askerî müdahaleleri ise Soğuk Savaş koşullarında tehdit olarak gördüğü bu “Kemalizm”e karşı gene İstiklâl Harbi sırasında dile getirilen İslâmcı ifadelerden hareketle yeni bir “sağ Kemalizm” üretmiştir. (…) Süreç içinde değerlendirildiğinde, “Kemalizm”lerin çeşitliliği ve aralarındaki farklılık artmış ve zıt görünen hareketler “gerçek Atatürkçü”nün kendileri olduğunu savunmuşlardır. Bunun sonucu olarak günümüzde Kemalizmler arasındaki makas fazlasıyla açılmıştır. (…) Bunun da ötesinde Atatürk “siyaset felsefecisi” değil “siyasetçi” olduğundan programı fazlasıyla pragmatiktir ve pek çok alanda Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nin temel uygulamalarını örnek almıştır. (…) Atatürk’ün eklektik programı asır sonu ideolojisinin başta bilimcilik (scientism) olmak üzere temel yaklaşımları ile bunlara dayanan İkinci Meşrutiyet “Garbcılığı”nın, aynı dönem öncesinde ivme kazanan “Türkçülük” hareketinin ve iki savaş arası dönemde yükselişe geçen fizikî antropoloji temelli milliyetçiliğin sentezinden oluşur. (…)“ (M. Şükrü Hanioğlu, 19.11.2017, Sabah)
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/11/19/kemalizmlerin-cogalmasi-cogulculuk-gostergesi-mi
No Comments