Sadreddin Konevî Kitaplığı “Fusûsu’l-Hikem’in Sırları”ndan (Ekrem Demirli Çevirisi ile Kapı Yayınları I.Basım 2014) alıntılar
“ Fusûsu’l-Hikem kitabı, şeyhimiz, imam, kâmil, ümmetin hâdisi, kâmillerin imamı, imamların imamı Muhyi’l-hak ve’d-din Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. el-Arabî et-Taî’nin (r.a.) muhtasar (kısaltılmış) kitaplarının en nefislerinden birisidir. Bu eser onun son neş’eleri (yeniden meydana gelmeleri) ve tenezzüllerindendir (gönül alçalmaları). Fusûsu’l-Hikem, Muhammedî makamın kaynağından, zatî ve ahadiyet özelliğindeki ‘cem’ (toplama) meşrebinden vârid olmuş, böylelikle de Hz. Peygamber (a.s.) Efendimizin ‘Allah’ı bilmek’ hakkındaki zevkinin özünü içeren ve içinde zikredilen büyük nebi ve velilerin zevklerinin kaynağına işaret eden bir kitap olarak gelmiştir . ” (s. 9)
“Kuşkusuz, bu özellikteki bir kitabın sırlarına muttali olmak ve bu mesabedeki bir ilmin kaynağını öğrenmek, ‘tahakkuk’ etmeye bağlıdır; bu tahakkuk, bütün bu sırları tadan, bu sırların kendisine açıldığı (keşf edildiği) ve bu sırları getiren kimseleri vâris kılar.
Hak bu bîçareye, sonunculuk sırrına kendisinin tahsis edildiğini ve -Rabbinden başka- İbnü’l-Arabî’yle birlikte olan hiç kimsenin onun kuşattığı sırlara vâris olamayacağını bildirmiştir. Bununla birlikte bu yüce yaygı dürüleceği ve bu ulvî çadır bozulacağı için üzüntü duyuldu. (dipnot’tan: Bu veciz ve sembolik ifadeleriyle Sadreddin Konevî, gerek İbnü’l-Arabî ile ilişkisi gerekse tasavvufî sırların açıklanmasıyla ilgili çok önemli hususlara işaret etmiş olmaktadır. İbnü’l-Arabî’nin kendi devriyle kendisinden Hz.Peygamber’in devrine kadar olan dönemi marifet ve sırlara muttali olmak yönünden ayırt ettiğini biliyoruz. İbnü’l Arabî’ye göre Hz.Peygamber devrinin şartlarından dolayı sırları açıklamak yerine herkesin idrak etmekte güçlük çekmeyeceği dinin genel hükümlerini açıklamıştır. (s. 10)
“Bunun üzerine, bu câmiliğin (toplayıcılığın) kapsadığı bazı kemâlleri taşıyacak tâbilerin kalacağını haber vermiştir. Nitekim Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Bu ilmi her nesilden âdil olanlar taşır. Onlar taşkınların tahrifini ve batıl yoldakilerin yanlışlıklarını bu ilimden uzaklaştırırlar.’
Allah’a hamd olsun, bu haber ile mesrur (memnun) olundu. (…) Böylece Hak bu vakitte erdemli nefs sahibi kardeşlerimizin seçkinlerinden ve dostlarımızın en değerlilerinden bir grup ikame etti (ortaya çıkardı). Onlar düşük himmetli kimselerin duramayacağı yerde durmuşlardır; üstelik Hakk’ın sevdiklerinden ve muhkem kitabında işaret etmiş olduğu temiz kimseler için tercih ettiği şeyin gereğini yapmışlardır. Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Her birisinin, işledikleri şeyden dereceleri vardır (Ahkaf, 19). ‘Hepsi Ona yönelmiştir, siz hayırlar için yarışınız.‘ (Bakara, 168)
Onları, değerli himmetleri ile yüce mertebelerde yarışmaya sevk etmiştir; onlar da sınırlı düşünceleri açısından makûlün bir sınırı olduğunu görmüşlerdir.” (s. 11)
“(…) Bu ilimler akıl sahiplerinin ruhlarının gıdasıdır. O akıl sahipleri, fikrî ve hissî ideallerin sınırlarının hapsinden kurtulmuşlardır ve Hazretu’l-Kuds’ün genişliğine çıkmışlardır. Böylece şeylerin hakikatlerini küllî mertebelerinde mutlak- mukaddes ilahi idrakler ile idrak etmişlerdir.
Bu insanlar bana bu kitabın mühürlerini çözmemi, kaynağının sırrını açıklamamı, kapalı ifadelerini anlamayı temin edecek kilidini açmamı önerdiler.
Tahakkuk sahibi olduklarını bildiğim için ve onların irşatlarıyla yaratıcılarına yakınlaşmak için bu önerilerini kabul ettim. Bununla beraber bu kitabın girişinden başka bir bölümünü İbnü’l-Arabî’nin neşvesine göre şerh etmek istemedim, fakat Allah bereketi ile beni rızıklandırmıştır.Bu rızık İbnü’l-Arabî’nin muttali olduğu şeyi bilmede ortaklık, ona açıklanan şey ile müşerref olmak ve sebep ile vasıta olmaksızın ilahi inayet ve zâtî rabıta ile Allah’tan bilgi almaktır. (…) Bilinmelidir ki, Allah irşadının nuruyla senin anlayışını açsın ve ilmini, en yüce zâtî ilminin gereği ile tahkik ettirsin.” (s.12)
No Comments