M.İbn Arabî’nin “Fütûhât- ı Mekkiyye” isimli eserinin(Ekrem Demirli çevirisiyle Litera Yayıncılık’tan 18 cilt olarak yayınlandı) son cildinden(2012) alıntılar
“Halbuki dünya perde yeridir ve dolayısıyla kapının kapalı olması ve perdenin bulunması şarttır. Onlar derin akıl sahibi olan peygamberlerdir. Peygamberler yolları açıklamak ve belirlemek üzere gönderilmişken yeryüzüne halifelerin görevlendirilmiş olması da bir tür ‘karz-ı hasen’dir (borç vermek). Halifeler perdeli nefisleri peygamberlerin belirleyip ortaya koydukları ilahi maksada muvafık hükümlere ve emirlere uymaya zorlarlar.” (s.15)
“Bütün topladıklarınla amel etmekle seni sorumlu tutmaz. Allah herkesi yapabildiğiyle sorumlu tutmuş, nefsin karşılaştığı her güçlükten sonra kolaylık yaratmış, hükümlerin arasına mubahı bir hüküm olarak yerleştirmiş, onu nefislerin rahatlık ve genişliğe çıkmasının sebebi kılmıştır. (…) Hz. Peygamber’in yönteminde Allah’ın dini kolaylık olarak ifade edilmiş, ona güçlük katışmamıştır. Bu itibarla Hz. Peygamber müsamahakâr-haniflik dini ve zarif sünnet ile gönderilmiştir. Bu ümmete (dini) daraltan kimse kıyamette karanlık kimselerle haşredilir.” (s.21)
“Hiç kuşkusuz ki ikram, misafirin değil, hane sahibinin değerini / kıymetini gösterir. Sıradan insanlar ise ikramın hane sahibinin değil, misafirin değerine göre yapıldığını kabul eder.” (s.22)
“Kim ilme’l-yakîn makamına yerleştirilirse, bilginin otoritesinin altında bulunurken kim müşahede yakîni (ayne’l-yakîn) makamına yerleştirilirse müşahede ve görmenin hükmü onun üzerinde ortaya çıkar; her kim hakka’l-yakîn makamına yerleştirilirse, hiç kuşkusuz, yaratıklar içinde farklılaşır. Her Hakk’ın bir hakikati vardır ki, bunu veren tarîk yani ‘yol’dur. Bu itibarla ‘hakkın hakikati’ müşahededir. Burada zikredilen ‘hak’ gerçekte ‘iman’ anlamına gelir. Bundan dolayı daha önce gayb olan bir şey (hakka’l-yakîn makamında) ayn, yani görülür hale, varsayım olan vakıaya dönüşmüştür. Her durumda hak haktır ve onun bir hakikati olmalıdır. Yaratılmış olan da haktır ve dolayısıyla onun bir inceliği olmalıdır. ‘Hakkın hakkı’ sen iken yaratılmışın hakkının inceliği de kendisinden ayrıştığın şeydir. Âlem tenzih ile teşbih arasında bulunurken Hak teşbih ile tenzih arasında bulunur. Beraet ve arınmışlık Tevbe (Berae) suresinde dile getirilirken tenzih Şura sûresindedir. (…) Hz. Osman’ın halifeliği istişare ile ortaya çıkmış, bu nedenle söz konusu suret gerçekleşmişti. Bununla beraber onun halifeliği selefinin tayiniyle gerçekleşmiş olsaydı yine de tartışmalar ortaya çıkmaz, hastalıklara yol açacak şekilde nefsî gayeler etkin olmazdı.” (s. 24)
“Allah’ın katında mücmel (öz) denilen bir şey yoktur; orada her şey mufassaldır (tafsilatlı). Orada bütün (kül) de yoktur. Tevekkül tafsile göre gerçekleşir. (…)” (s.28)
“Her halükarda sahip olduğu fazla mala rağmen, fakirlik üzerinde hüküm sahibi olur ve şunu öğrenir: Zenginlik mal çokluğuyla değil gönül zenginliğiyle gerçekleşir. Maksadı anlayan için zenginlik budur. (…)” (s. 28)
“En üstün aklın sahibi olan Sâlih kulun söylediği şu sözü söylemelisin: ‘Onlara azap edersen onlar senin kulların! ‘Bağışlarsan Sen Azîz ve Hakîmsin.’ (el-Maide, 5/118) Burada peygamberin edebine bakmalısın. (…)” (s. 29)
” Şöyle dedi: ‘Keşif ve Hakk’ın öğretmesiyle hakikatleri öğrenen insan en kâmil kişidir. O mertebeden aşağıdaki kâmildir. Onların dışındakiler ya mümin veya aklî düşünce sahibi olanlardır. (…)” (s. 76)
“Şöyle demiştir: ‘(…) İman nuru olmasaydı müşahedenin neyi verdiğini bilemezdik. Demek ki müminden daha güçlü hiç kimse yoktur.’ Şöyle demiştir: ‘Varış ancak hayrete olabilir. Allah’ı bilen kişi O’nun hakkında hayretten başka bir şey bilmez. Allah’ın yüce Kur’an’ı ki, -Fatiha’yı kastediyorum- hayret ehli ile bitirmiş olmasında ne güzel işaret vardır! Bu âyet ‘Dalâlete düşmeyenlerin yolu (el-Fatiha, 1/7) âyetidir. Âyette geçen dalâlet ‘hayret’ demektir. Allah bu âyetten sonra ‘âmin’ demeyi emretmiştir. Yâni senden istediğimiz hususları kabul et! ‘Gazap etmediklerinin ve dalâlete düşmeyenlerin yolu (Fâtiha, 1/7) nimet verdiğinin nitelikleridir. O nitelik bir tenzih niteliğidir. İşin sonunun hayret olduğunu bilen kişi hayrete düşmez. (…)” (s. 80 )
No Comments