Ömer Türker’in “Anlamı Tamamlamak” adlı kitabından(Ketebe Yay. 2. Baskı 2021) ard arda üç yazıdan alıntılar
Kitabın alıntılama yapacağım birbirini izleyen üç yazısının başlıkları şöyle: “SAHİ NEYDİ VAR OLMAK?”, “BENLİK VE MESULİYET: ANLAMI ANLAMAK”, “İMAN VE KAYGI: ALLAH’A YAKINLIĞIN UZAKLIĞI”
“Bizim için var olmak tam anlamıyla muhtaç olmak demektir.” (s. 96)
“Bir kez muhtaçlık hissini yitirirsek yaşamak için de bir sebebimiz kalmaz.” (s. 96-97)
“Evet, yaşadığımız ölçüde muhtacız ama muhtaç olduğumuz ölçüde yaşamıyoruz.” (s. 97)
“Doğrusu, ihtiyacın dünyevî arzuların ötesine uzandığını kavramak ve insanın anlamını keşfetmek huzursuz edicidir ama bu kavrayış ve keşfin peşinden gitmek sadece huzursuz etmekle kalmaz, dünyevî ihtiyaç ve tatminlerin inşa ettiği benliği yıkma cesareti ve azmini gerektirir. Zira var olmak, bu dünyada olmaktan başka bir anlam kazanacaktır. (…) Kişi neye merhamet edecektir? Âza ve kuvvelerine mi yoksa fark ettiği yeni varlık anlamına mı? Çetin bir karar. Keşke çetin olan sadece karar olsaydı! Yeni bir varlık anlamı yüklenmek için istikrarlı olmak gerekir. İstikrar ise karardan daha yıldırıcıdır.” (s.98)
“Dolayısıyla var olmak, bilmek ve eylemek demektir. Neyi biliyor ve eyliyorsak o kadar var olabiliriz. Bilgi ve farkındalık arttıkça muhtaçlık ve varlık da anlam değiştirir. Biz bu anlamı, eyleme bir değer olarak katabildigimiz ölçüde insanın imkânları bakımından var oluşun sahici hallerine mazhar olabiliriz.” (s. 99)
” ‘Sana ağır bir söz vahyedeceğiz.’ Müzzemmil 73/5
Şaşırtıcı bir şekilde şuur ve İdrâkten örülmüş bir âlemde yaşıyoruz. (…) Öyle ki bütün bunları bilen bir özne ve nihaî bir fâil olmasa herhangi bir şeyin var olabileceğini söylemek neredeyse imkânsız. (…) Terkibimiz, bilgi ve anlam olarak var olmamızı mümkün kılmakla kalmıyor, aynı zamanda bilgi ve anlam olduğumuzu idrak etmemizi de sağlıyor. Yani kendi kendini görebilen gözler gibiyiz.” (s.101)
“(…) Türkçe’ye ‘sorumluluk’ olarak çevirdiğimiz mesuliyet kelimesi tam olarak ‘sorulan olmak’ anlamına gelir. Yine Türkçe’ye ‘yükümlülük’ olarak çevirdiğimiz mükellefiyet kelimesi ise ‘yükümlü kılınmış olmak’ demektir. Çünkü insan, bilindiğini ve müşahede altında olduğunu bilen varlıktır. (…) Fakat gözleyenlerden biri de bizzat kendimiziz. Kendimizden ise kaçabilecek bir yerimiz yok. (…) İslam’ın en büyük filozofu İbn Sına Şifâ külliyatında açık yüreklilikle ‘ben bu mülkiyet kategorisini hiç anlamıyorum’ itirafında bulunacaktır. (…) Gerçekten de sahiplik, birbirimizin çaresizliğini veya saldırganlığını karşılıklı kabul etmekten başka bir şey değildir. (…) Ne var ki bu cüret ve cesaret, gücünü insanda temellenen hakiki bir benlikten almaz. Çünkü insan ancak mesuliyet üstlenebildiği takdirde ve ölçüde özne olabilmektedir. (…) Kısacık hayatımızda edindiğimiz tecrübeler, bize sorumluluğumuzu idrak ettiğimiz ve gereğini yerine getirdiğimiz ölçüde ‘ben’ diyebileceğimiz ve benliğimizin idrak ve eylemlerimizle inşa edildiğini öğretmektedir. (…) Şu halde mesuliyet, birer bilgi olarak var olan nesnelerin hakiki bilenine ve nihai fâiline yönelik bir nispet oluşturabildiği ölçüde benliği güçlendirecek ve sürekli kılacaktır. Bu bakımdan mesuliyet, insan için hakiki anlamı ve nihai özneyi bulma çabası olduğu sürece hakiki bir mesuliyet olabilir ve insan mesuliyetini gerçekleştirdiği ölçüde ‘özne’ sıfatını almaya lâyık olur.” (s. 103-104-105) “Ünlü âlim İbn Hazm ‘Ahlâk ve davranış tarzları’ başlığıyla Türkçe’ye çevrilen eserinde der ki; ‘İstisnasız bütün insanların peşinden koştuğu tek hedefin ne olduğunu araştırdım ve bunun tek bir şey olduğunu gördüm: Kaygıdan kurtulmak.(…) Bu tespiti şu soruyu sormak için aktardım: Müslümanın kaygısı nedir? (…) Dolayısıyla soruyu şöyle değiştirmekte yarar var: Müslümanın kaygısı ne olmalıdır? (…) Halife kelimesi birinin ardından gelmeyi ifade ederken şeytan kelimesi uzaklık anlamını ifade eder. Buna göre insan Allah’ın ardında olmak ile O’ndan uzaklaşmak arasındaki gerilimle yoğrulmuş bir varlıktır. İnsana bahşedilen ilâhî isimler de aslına bakılırsa bir yönüyle Allah’ın ardında olmaya diğer yönüyle de O’ndan uzaklaşmaya imkân verir.(…) Aslına bakılırsa Kur’ân bize bu durumun Müslüman’ı değil, insanı nitelediğini öğretir.” (s.107-108-109) “(…) Kaygının Allah olması ve insanın bütün benliği ve fiilleriyle kendisini Allah’a teslim ederek değerini Allah’tan türetmesi İslâm dininin ta kendisidir.(…) Diğer deyişle Allah’a teslim olmak kişinin arzu ve heveslerinin Allah oluşuyla değil, Allah’ın kişinin arzu ve hevesleri olmasıyla gerçekleşir. Bu amaç, Müslüman olmanın insana kattığı en asil değerdir ve bir Müslümanın bütün hayatını kuşatması gereken dert ve kaygıdır. (…) İslam insanın âlemlerin Rabbine teslim olduğunda bütün mahlûkattan bağımsızlaşacağını taahhüt eder ki Allah’a yakınlığın anlamı da budur.” (s.111)
No Comments