İstiklâl Marşı Derneği Konya Şubesi’nce hazırlanan ‘Türkün Dili Kur’an Sözü’ isimli kitabın(TİYO, Nisan 2013 1.Baskı) ilk sayfalarından birkaç alıntı
“Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfleri dışarıda bırakarak Türkçe’ye Arapçadan geçmiş -varsa eğer- bir kelime bulmak hayli müşkül bir iş…” (Durmuş Küçükşakalak, s. ix)
“(…) Dilin kaynağı nedir, dil nereden çıkıyor diye sorulabilir mi? Çünkü inkâr edemediğimiz bir şey var: Göz kendini göremez. Görmek için kullandığımız uzvumuz kendini göremez, ancak görebilir. (…) Aynaya bakmanın sebebi, aynaya bakmanın sonucudur. Onun için ‘Göz kendini göremez.’ cümlesine: ‘Ne münasebet, ayna koyarsan görürsün.’ diye cevaplandıramazsın. Aynada da göremezsin.
(…) Almanlar bizim ‘dil’ dediğimiz kelime yerine ‘sprache‘ diyorlar, yani bizim ‘konuşmak’ diye söylediğimiz şey. Demek ki dilin kendisi de ne menem bir şey olduğunu söyleyemez.” (İsmet Özel, s. x) “(…) Neden biz bu lisan meselesine takmışız? Çünkü mekan hissimiz lisan ile mukayyettir. (…) Biz mevcudiyetimizi yani cismani varlığımızı lisânla hem emniyete alırız, hem de hissederiz. (…) Dolayısıyla insanın lisanı hem cismani varlığının ispatıdır, hem de bir vatanı olduğunun işaretidir. (…) Yani lisânı olmayanın vatanı olması ihtimali yoktur. Lisânsız vatan olmaz. Dilin menşei dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in bize öğrettiğine dikkatimizi çevirdiğimiz zaman anlarız ki Âdem’e ilk öğretilen şeyler isimler, kelimeler. Sadece bu değil, aynı zamanda meleklere dönülerek, ona secde etmeleri emrediliyor. Kelimeler insanın sadece mevcudiyetini işaret etmiyor, aynı zamanda insanın fâik (manevî olarak üstün -a.a.) olduğunu da gösteriyor. Kelimeleri olmadığı zaman insan dûn (aşağı -a.a) bir şey” (İsmet Özel, s. x-xi)
“Dilin kaynağına varmaya çalışmaktan da dile ulaşabilmek, dile varmak gerekir gibi bir cümleniz vardı Tahrir Vazifeleri‘nde. Dil üzerinden giderek, dilin nasıl tekevvün ettiğine (oluştuğuna -a.a.) dair belki bir fikir doğacak.” (Durmuş Küçükşakalak, s. xi)
“Şimdi bütün bu konuşmalarımızı yaparken aldığımız kötü tesirleri defedebilmek için şunu bilmemiz lazım: Bize çocukluğumuzdan beri Allah’ın öğrettiklerinin bizim Allah’tan gayrı kaynaklardan öğrendiklerimizle uyum halinde olmadığı ve asıl işte bugün bilimsel diye ifade edilen beyanların ve düşünme biçimlerinin değer yargılarından bağımsız olarak doğru olabileceği fikri aldığımız eğitim, gördüğümüz tahsil diye öğretildi. Yani bir şeyin sebebini îzah ederken ‘li-hikmetin’ dersen senin îzâhâtını kabul etmiyorlar. Senden onun ayrıca yanlış bir îzahını istiyorlar. İnsanların kolay anlayabileceği fakat aşkın bir kaynağa müracaat etmeyen bir şey istiyorlar senden. Onun için konuştuğumuz bütün meseleleri -sadece lisan meselesini değil her şeyi- ulaşılabilecek bir bilginin, daha yukarıdaki bir bilginin mümkün olduğu fikri ile konuşmamız lazım.” (İsmet Özel, s. (…) (s. xi-xii)
“(…) Türkler ‘istiklâl’ deyinceye kadar dünyada kimse istiklâl demiyordu, bu Arapça değil Türkçedir; medeniyet, cemiyet Türkçe kelimelerdir. Bütün bunlar Avrupa’da bilinen bir şeyin Türkçe nasıl söyleneceği sorusuna cevap olmak üzere ortaya çıkmıştır. ‘Cemiyet’ yerine ‘toplum’ dediğinizde haltetmiş olursunuz. Çünkü zaten siz onu ‘sosyete’ kelimesinin karşılığı olarak yaptınız.” (İsmet Özel, s. xiii)
No Comments