Okuduğum gazete yazılarından dikkatimi çeken satırlar…
“(…) Prizren’de nehir boyu vadi içinde ilerledikçe hem coğrafi hem de kültürel olarak Balkanları daha iyi keşfetme imkanı bulunur. Derin vadilerin, yüksek yaylaların eteklerinde kurulan Boşnak köylerinden Türkmen köylerine, geleneksel Arnavut hayatını resmeden ama genelde Müslüman bir coğrafyada olduğunuzu hissettiren bir yapıyla karşılaşırsınız. (…)
Böyle bir vadinin içinde Müslüman bir Arnavut köyünde mola verdik. Dere tüm çağıltısıyla köyün içinde akıp gidiyor, vadinin aşağılarına şehre doğru. Büyük ve bakımlı bir cami, minaresi etrafı kuşatan karlı dağlarla yarışır gibi hayli yüksek… Caminin bahçe girişinde ışıklı bir yazı: “Ramazan bayram mübarek”…
Cami avlusunda güzel bir kütüphane. Her şey derli toplu, yerli yerinde. Birden tüm bu özgüvenin, yerleşikliğin altüst olduğunu hissettim. Muhtemelen başkaları beni şaşırtan bir kelime karşısında memnun bile olacaklardır.
Kütüphanenin kapısında zarif bir ay yıldız ve yine düzgün bir şekilde “KURANOTEKA” yazıyordu. Arnavutçada biraz oynayarak kütüphane demek istemişler… Oysa Arnavutçada da pek çok Batılı ve Latin kökenli dillerde kullanıldığı gibi, kütüphane için “biblioteka” kelimesi kullanılır.(…)”
(Akif Emre)
(alıntının ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“(…) Sen PKK, YPG, bilmem ne bayrağını içine sindirebiliyorsan, ‘Türkiye, Ermeni soykırımını reddetmeyi bırakmalı’ pankartları taşıyan birileriyle aynı fotoğraf karesinde olmayı içine sindirebiliyorsan devam et yoluna.
Sana diyorum sevgili arkadaşım. Hani yıllarını verdiğin o cemaat var ya. Hani senin gençliğini, emeğini, paranı, enerjini uğruna feda ettiğin cemaat… Hah. İşte o cemaatin ne hale geldiğini düşünmeyi reddederek, işte o cemaatin nasıl bu hale geldiğini düşünmeyi reddederek daha ne kadar ‘hizmet eri’ muhabbetini döndüreceksin? Kitabını bastığın adamlar işte bunlar sevgili arkadaşım. Yazılarını ayıla bayıla okuduğun adamlar işte bunlar. Maaşlarını senin himmetlerinle alan adamlar işte bunlar.
Bak sana başka bir şey daha söyleyeyim. Sen bütün bunları boş ver yahu. Sen en iyisi ne yap biliyor musun? Muhtarlarla selfie yapan Cumhurbaşkanı’nı tahkir edip emperyalist İngilizlerin konsolosunu göklere çıkarmayı mizah yapmak zannedenlerle aynı safta namaz kıl. Tabii, namaz kılmanı engelleyecek bir ‘tedbir şartın’ yoksa.(…)” (İsmail Kılıçarslan)
(alıntının ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“Elli yaşımda, artık Amerika denilen yeni dünyayı bir kez daha keşfetmeye yönelik gençlik hayallerim çoktan eski bir rüya gibi unutulmuşken… Amerika’ya ayak basıverdim. Hem de Cumhurbaşkanının Washingon’a olan kritik seyahati münasebetiyle. Onu izleyen gazeteciler işadamları ve bürokratlar ile birlikte uçağına ilk kez binmiş olmak, başlı başına gözlem, izlenim ve yorum demek oldu benim için.
(…) Buradan sadece öncelikli gözlemlerimi paylaşayım şimdilik.
Nükleer güvenlik zirvesi vesilesiyle geldiği Amerika’da dünya liderleriyle görüşen ve Suriye krizi, terör gibi büyük başlıklarla Obama ile buluşan Erdoğan’ın programı oldukça yoğundu. Fakat içerikte derinleşmek yerine her zamanki gibi gündemimizi hile ve çarpıtma ehlinin bitip tükenmez operasyonları işgal etmeye çalıştı.
(…)
Nitekim bugün bu nükleer zirve benzeri buluşmaların zihinsel piyasasını oluşturmak için kurulmuş onlarca düşünce kuruluşu var. Fakat insanlık için nerede yanlış yapıyoruz da dünya bu kadar güvenliksiz bir yer oluyor sorusu üzerinden mevzuya yaklaşıldığı pek olmuyor! Onun yerine silah pazarlıkları, çatışma moderatörleri için kullanışlı olabilecek İslamofobi gibi gerekçelerin meşruiyet alanını genişletme hamleleri, nabız yoklamalar, geçici menfaat ittifakları, dosyalar, analizler, raporlar…
ABD seçimlerinin yaklaşmakta olmasının bile içinde yaşadığımız korkunç insanlık dramının sona erdirilmesinden daha acil bir gündem olduğu ön kabulüyle zirvelerden zirvelere… Gönlünü açamayanlar sınırlarını da açamıyor. Aşk ve irfan olmadan kadavra medeniyetini genişletmeye yarıyor küresel zirveler!(…)” (Leyla İpekçi)
(alıntının ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“(…) Değerli düşünür/ psikanalist Renata Salecl’in dediği de doğru: Modern insan iddia ettiğinin aksine acıklı biçimde çaresiz ve zayıf. Kendine gönüllü olarak uyacağı efendiler arıyor. İşte “yaşam koçluğu” mesleği bu boşluktan zuhur ediyor.
Biliyorum, “tuzu kuru beyazlar şimdi de bununla oyalanıyorlar” diyeceksiniz. Fakat bu koçluk modası bütün sosyal kesimlere hızla yayılıyor haberiniz olsun.
Asıl ürpererek beklediğim ne biliyor musunuz?
Yakında “tasavvuf koçları” çıkabilir!
Deyim yerindeyse gayet seküler bir çerçevede zahmetsiz, neredeyse turistik bir haz tatminine uygun manevi koçluk.
Olur mu, olur!” (Haşmet Babaoğlu)
(alıntının ait olduğu yazıyı okumak için buna tıklayın)
.
No Comments