“İman Ve Kaygı: Allah’a Yakınlığın Uzaklığı”
Ömer Türker‘in “Anlamı Tamamlamak / İslam Düşünce Geleneğinin Anadolu Coğrafyasındaki Bileşenleri” başlıklı kitabının (Ketebe Yayınları 2. Baskı 2021) bu yazının da alıntı olarak başlığını oluşturan bölümünden (s.107-111) yapacağım alıntılamalardan ibâret olacak bir yazı bu. Niyâzî Mısrî’nin şu sözüne atıfta bulunmuş yazar yazıya başlamadan: ‘Kaygıların hasıyım ad oldu insan bana’
Yazı da yazarın ifadesiyle ‘Ünlü âlim İbn Hazm’ın Ahlâk ve Davranış Tarzları başlığıyla Türkçe’ye çevrilen eserinden şu sözüne yer vererek başlıyor: “İstisnasız bütün insanların peşinden koştuğu tek hedefin ne olduğunu araştırdım ve bunun tek bir şey olduğunu gördüm: Kaygıdan kurtulmak.” (dipnot bilgisi: İbn Hazm, Ahlâk ve Davranış Tarzları, çev. Mustafa Çağrıcı, Ankara: TDV Yayınları, 2015, s. 5)
“İbn Hazm bu hükmü doğrulamak için çeşitli gözlemlerini aktarır ve peygamberler gibi insanlığın yüksek şahsiyetlerinden bütün hayatını süfli amaçlar uğrunda tüketen sefih kişiliklere varıncaya dek çeşitli yaratılış, arzu, eğilim ve uğraşlarına rağmen bütün insanların bir kaygıdan kurtulma noktasında birleştiğini söyler. Yazar insanların kimi kaygılarına tespit olarak yer verdikten sonra bunları şu soruyu sormak için aktardığını belirtir: Müslümanın kaygısı nedir? Yine çevrilmiş durumda olduğumuz kaygıları sıralayarak bu defa soruyu şöylece değiştirme gereği duyar: Müslümanın kaygısı ne olmalıdır? Soruyu iyice açıklığa kavuşturma kaygısıyla yazar ‘Meseleyi tarihselleştirmeden yahut şartların oluşturduğu sisli ortamda kaybetmeden, dolayısıyla sorunun içerdiği kelimelerin ötesine taşımadan’ sormak istiyor: Dönemi, şartları, dili, mesleği, toplumsal konumu vs. ne olursa olsun salt Müslüman olmak bir insanı hangi hususta kaygıya iter? Yazar kuşkusuz bu soruya çeşitli kavramlardan hareketle cevap vermenin mümkün olmasıyla birlikte bizzat insanın yaratılışından söz eden âyetlerin bize iki kavram sunduğunu hatırlatıyor: Hilafet ve şeytan. Kur’anda insanın yaratılış kıssasının Allah’a halife olmak ile şeytana uymak arasındaki gerilim üzerine kurulu olduğuna vurgu yaparak Allah’ın Âdem’i halife yaparak ona bütün isimleri öğretmiş ve şeytana uymamasını emretmiş olduğunu söylüyor. Halife kelimesinin birinin ardından gelmeyi ifade ettiğini, şeytan kelimesininse uzaklık anlamını belirttiğini,buna göre Allah’ın ardında olmak ile O’ndan uzaklaşmak arasındaki gerilimle yoğrulmuş bir varlık olduğuna işaret ediyor insanın. İnsana bahşedilen ilâhî isimlerin de aslında bir yönüyle Allah’ın ardında olmaya, diğer yönüyle de O’ndan uzaklaşmaya imkân verdiğini belirtiyor. (…) Dahası bizzat insanın ilâhî isimlerin tamamıyla nitelenmesi, bir ismin Allah’a delalet (işaret) yönünü kavramayı zorlaştırır. Mesela ‘veli’ismi hem dostluğu hem de dostluğu taşıyan belirsiz bir zâtı yani belirsiz bir öznenin dostluk anlamıyla nitelenmesini ifade eder. Bu belirsiz özne insan hayatında bizzat yüce Allah olabileceği gibi dostlukla nitelenmeye elverişli başka herhangi biri de olabilir. İnsanın etrafını çevreleyen bütün ilişkiler ağı onu Allah’ın dostluğundan perdeleyebilir. İşte insan, Hakk’a ilişkinliği dolaylı olan bu isimler içinde Hakk’ın ardında olmak ve Hakk’ın kendisini bulmak ile sınanma ayrıcalığına sahiptir. Bu, talihsiz bir ayrıcalık da değildir. Zira insan, bütün isimlerin nihai sahibi olan Allah’a ilişkin ma’rifetin yüksek ifadesi olan vahiyle desteklenmiştir. Yani insan idraki,nitelendiğimiz isim ve sıfatların, zihnimizdeki anlamları ve hayatımızdaki somut karşılıklarının gizlediği gerçek Zat’ı hatırlatan (zikr) âyetlerle süslenmiştir. Müslüman olmanın insana yüklediği kaygı tam da bu noktada gösterir kendini: Hakk’ın hemen ardında olarak isimlerin yüceliğine ulaşma kabiliyetine sahip olan insanın, O’ndan uzaklaşarak bu kabiliyetini heder etmesi. (…) Nitekim bir âyette ‘Allah’ı unutan, bu sebeple de Allah’ın onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın'(Haşr, 59/19) buyrulmuştur. (…) Şu halde salt Müslüman olmanın insanda oluşturması gereken kaygı Allah’tan uzaklaşma veya tersinden ifadesiyle Allah’a yaklaşma kaygısıdır. (…) (Alıntılar s.107-110 arasından)
No Comments