Ömer Türker’in “İnsan Olmanın Hafifliğine Ermek: Özgürlük” başlıklı yazısından alıntılar (2)
2 aylık düşünce dergisi olan “Teklif” te (sayı 3 / Mayıs 2022) çıkan yazının sonlarından yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
” (…) İnsan, kendisi olmadan meydana gelen bir varlıktır. İlginç bir şekilde bu, hem beden hem de zihin olarak böyledir. Yani biz bedenimizi daima başka şeyleri kendimize dönüştürerek var ve sürekli kılabildiğimiz gibi başka şeylerden gelen anlam akışını da kendi zihnimize dönüştürerek zihnimizi var ve sürekli hale getiririz. Fakat bu noktada dört temel sorunun cevaplanması gerekir. Birincisi başkasının kapsamının nereye uzanacağıdır. İkincisi, ferdin başkalarına açılmasının insânî güçler arasında bir hiyerarşi olup olmadığıdır. Üçüncüsü, başkasının benliğin oluşumundaki etkisinin ne ölçüde inşa ve ne ölçüde imha sayılacağıdır. Dördüncüsü ise kendini inşanın modelinin ne olacağıdır.
Birinci sorunun kısa cevabı şudur: İdrak güçlerimizin kapsamı, irtibata geçtiğimiz nesnelerin de kapsamını tayin eder. Biz hem duyulara hem akla sahip olduğumuza göre başkası, duyusal nesnelerle sınırlı değildir, ancak akıl tarafından kavranıp müşahede edilebilecek manevi varlıkları da içerir. Bu demektir ki özgürlüğü fiziksel hadise olarak değerlendirmek, kendini özgürlükten mahrum etmek demektir. (s. 89)
İkinci sorunun kısa cevabı şudur: Biz, başkalarına tüm idrâk güçlerimizle açılırız ve sahip olduğumuz tüm güçlere ihtiyaç duyarız. Fakat güçler ne onların sahibi olarak bizlere ne de ulaştıkları nesnelere eşit uzaklıktadır. (…) Aslında asgari düzeyde herhangi bir insan ferdi, bu akletme gücünden ibarettir. Bu güce bağlanmadığı sürece hiçbir güç kendi işlevini yerine getiremez. (…) Bu demektir ki insanın kendisi olma, dolayısıyla özgürleşme sürecinde manevî ve aklî olan hem esas hem de maksattır. Hiyerarşiyi tersine çevirmek, insan olmaya hıyanet etmektir.
Üçüncü sorunun kısa cevabı şudur: Başkasının benliğe katkısı, hangi gücümüzle veya hangi yönümüzle ilgili olduğuna bağlı olarak değerlendirilebilir. (…) Bu durum, ister birinci anlamıyla olsun ister ahlâkî muhteva kazanmış ikinci anlamıyla olsun özgürleşmeyi amaçlayan ferdin, istiğna (aza kanaat etme / tokgözlülük) esaslarını ve sınırlarını da belirler. (…) Bu bakımdan aklî idrâklerinden alıkoyan her türlü özgürleşme çabası, insanı hevâsına mahkûm hale getirir ve hayvanlaştırır.
Dördüncü soru aslında özgürlük kavrayışının hayat tarzına nasıl dönüşeceğiyle ilgilidir ve genel olarak düşünce tarihinin en çetin sorusudur: Özgür olan kimdir? Bu soru bir yönüyle din ve felsefenin temel meselesi olan kurtuluş sorununa bağlanır: Bu dünyada insan olmanın gereğini olabilecek en uygun şekilde yerine getiren kimdir? Değişik açılardan çoğaltılabilecek bu soruların kısa bir cevabı şöyle olabilir: Benliğin merkezi olan aklın kendisine özgü idrak alanını müşahede etmesini sağlayan ve idrak güçlerinin hiyerarşik düzenine uygun şekilde iç ve dış duyu güçlerini akla bağlayarak duyuların hazzını, aklın hazzının uzantısı haline getirebilen gerek aklın idrâkinde gerek akıl-duyular uyumunda anlaşılabilecek sınırı temsil edebilen kişi, hakiki anlamda özgür olabilir. Özgür olmak, aynı zamanda birey olabilmek demektir. (…) Bu bakımdan metafizik geleneklerin tamamına göre, insanın en büyük mutluluğu ve en yüce mertebesi, Allah’ı, varlığın düzenini ve âhireti bilmektir (mebde ve meâd bilgisi). Özgürleşmek, bu bilgiyi elde edebilecek bir yaşam sürebilmekle mümkündür. Bu bilginin mümkün ve vaki olduğunu ifade eden en kapsamlı tecrübe, bildiğimiz insanlık tarihinde Hz.Muhammed (s.a.v.) tarafından temsil edilir. Fârâbî’nin (…) anlatısındaki bütünlüğü yani hayatın maddî ve manevi yönlerini kuşatacak şekilde tüm tecrübe alanlarını kapsayan küllî idrâk ve uygulamayı temsil eden şahıs, insanlık tarihi dikkate alındığında yalnızca Hz.Peygamber’dir. (s. 90-91) Bu bakımdan İslâm tüm ispatların ve iknaların ötesinde bu bilgiyi ve ona uygun yaşam formunu Hz.Peygamber’in temsil ettiğini söyler ve tüm insanlığa bizzat Hz.Peygamber gibi olmayı teklif eder. Dolayısıyla model, özgürlük ve ferdiyette insanlığın zirvesinde bulunan Hz. Peygamber’in bizzat kendisidir. Bir insan ona yaklaştığı ölçüde kendisi olur ve özgürleşir. Bu, bir tür, kayıtlardan kurtulma ve benliğe bağ olan mülkiyetten arınma sürecidir. Nitekim Hz. Peygamber’in ve onunla zihin ortaklığı payesine ulaşan fertlerin insanlığa ulaştırmaya çalıştığı şey de insan olmanın hafifliğine ererek duyuların ve duyguların nesnelerine değil, aklî idrâkin en yüce gayesi olan Allah’ı bilmek ve O’na kulluk etmenin hazzına varmaktır. (s. 91) ”
No Comments