William C.Chittick’in “Kozmos’taki Tek Hakikat” diye Türkçe’ye çevrilen(Çeviri: Ömer Çolakoğlu, Sufi Kitap, 1.Baskı 2010) kitabının ‘Tercümanın Önsözü’ bölümünden alıntılar

 

“Bize ‘kargacık-burgacık’ diye belletilen, fakat vefatından evvel Türkiye’de gezdiği bir hat sergisinde Picasso’ya dolu gözlerle, ‘İşte ben sanatımda 60 senedir bu estetiği arıyorum!’ dedirten o yazı, o yüksek sanat neydi? Nice müdahaleye rağmen hâlâ ölmemiş olan bu büyük estetik, incelik ve zarafetin zuhur ettiği platform nasıl bir gönül medeniyetiydi? Allah-u Teala’nın ‘Razıyım’ dediği biricik nizâmı, ‘örf ile emret’ emrine tabiyetle gerçek bir medenî, edebî ve irfânî zirvede zevk-i selîm ile yaşayanlar nasıl insanlardı? Bu yaşadıklarım bende, kendi alanım olduğundan, lisana karşı hususi bir hassasiyetin gelişmesine neden oldu. Bu yüzden şimdiye kadar nasib olan çok sayıda makale ve kitap tercümesinde kullanılmaya kullanılmaya unutulmaya yüz tutmuş, fakat bahsedildiği içerikte sözlüksüz olarak bile anlamı çıkabilecek ‘eskimez’ Türkçe kelimeleri ara ara kullandım. Bu kullanımları da ‘eski ve ağdalı olsun’ diye değil, ‘belki bir kapı aralanır, belki bir merak uyanır’ ümidi ile yaptım. Bu tercihim, aralarında öğretim üyeleri de bulunan bazı okurların dikkatini celbetmiş. Bazı öğretim üyelerinden kullandığım dilden dolayı teşekkür telefonları alırken kimisi de -eskimez kelimeleri sadece serpiştirdiğim halde- ‘Çok ağır bir lisan kullanmışsınız, o yüzden ben kendim okurken çok keyif aldığım halde öğrencilerime tavsiye etmeyeceğim,’ dedi. Bunu söyleyen psikoloji alanında bir öğretim üyesi idi. (…) bizim köklü medeniyetimizin şaheserlerine rağmen insanın metafizik boyutuna dair bir ilmin kendilerince en ciddi kaynaklarını kendi içinde hemfikir olamayan Hristiyan Batı’dan ve dolayısıyla kısmen İngilizceden alan o muhterem hoca ve öğrencileri eminim ki İngilizce eserler okurken gayri-ihtiyarî sözlük kullanıyorlar. Peki neden ellerinde bir Osmanlıca sözlük bulundurup da kendi dillerinde yazılmış bir kitabın içinde geçen ve yabancılaştırılmış, itilmiş ve dahi gücendirilmiş 3-5 kelime için tenezzül edip de iki sözlük kurcalamıyorlar? Nedir bu uzaklık? Nedir bu kopukluk? Mesela ‘Bevliye’ye üroloji, Nisaiye’ye jinekoloji, Topkapı Sarayı’ndaki ‘bölümlere’ (İngilizce section kelimesinin Fransızca okunuşuyla) seksiyon ve hattâ ‘özel fırsata’ Spesiyal Okazyon ve ‘1985’ten beri’ye since1985 diyerek bir yere mi varabildik? Bu konuda sayısız örnek vermek mümkün. Bu kelimelerin işaret ettiği o yüksek medeniyeti ve elbette kendi dilimizin güzelliklerini neden hâlâ inkâr ediyor veya inkâr etmiyorsak neden merak edip biraz ilgilenmiyoruz? Kelimelerden öte mânâ ve elbette isimden öte müsemma mühimdir, ancak burada arzetmeye çalıştığım bir şahsiyet meselesidir.

“(…) Hepimiz bu erozyondan nasibimizi ister istemez alıyoruz. Durum böyle olduğu halde bazı belki iyi niyetli ama 360 derece bir görüşten yoksun olan insanlar, özellikle bu tür dinî eserlerde kullanılan lisan için, ‘Efendim halkın seviyesine inin, halkın anlayacağı gibi konuşun!’ diyorlar. Peki halk bir zamanlar kendisini şekillendiren o yüksek irfan medeniyetinden ve o medeniyetin yüksek ve ince lisanından artık mahrumsa ve şu anda yaşadığı her türlü kısırlık, huzursuzluk ve tatminsizlik bu medeniyetten, dolayısıyla büyük ölçüde o lisandan kopuşundan kaynaklanıyorsa? Ekonomi anlatan bir eserde her türlü İngilizce, Fransızca ifade veya tıp anlatan bir eserde her türlü Latince tabir olabilir; bunlar gayet karmaşık da olabilirler; ama din ve onun özü tasavvuf söz konusuysa her yazılan ve konuşulan (sığ anlamında) son derece basit olmalı ve tefekküre, sorgulamaya meydan verecek şeyler içermemeli(!) (…) (Böyle bir anlayışı yansıttığını belirtiyor Çevirmen kimi aydın görünenlerin zihninin. a.a.)

(…) Demek ki ‘Farsça ve Arapça dolu olan’ Türkçe gibi o bayıldığımız İngilizce de ‘yabancı kökenli’ kelimelerle doluymuş. Latinceye tercüme edilmiş İncil’i kullanan bir milletin kendi dilini onun lisanıyla zenginleştirmesi ne kadar tabii ise İslâm fetihlerinin yaklaşık yüzde seksenini gerçekleştirmiş. Türklerin de, kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’in ve âşığı olduğu Peygamberinin lisanı olan o fasih, belagatli Arapçadan beslenmesi de o kadar tabiidir. Ayrıca İslâmî tabirleri İran coğrafyası üzerinden Farsça olarak aldığımız için lisanımızın Farsça kelimelerle zenginleşmiş olması da gayet tabiidir. Mesela ‘namaz’, ‘oruç’, ‘abdest’ ve hatta ‘maydanoz’, ‘kedi’, ‘sirke’, ‘perhiz’ hep Farsça veya Farsça kökenli kelimelerdir. (…) İnsanlar ancak bildikleri kelimeler kadar düşünebilirler. (…)” ( alıntılar s. 11-12-13-14’den)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked