Molla Câmî’de Tevhidin Hakîkati ve Varlığın Birliği
” Molla (Abdurrahman) Câmî‘de Varlık Dürretü’l-Fâhire ve Şerhlerinin Tercümeleri ile Varlık Düşüncesine Dair İncelemeler (Editörler: Abdurrahman Acer- Şamil Öçal, Litera Yayıncılık 2016) kitabının bir bölümünden (s.79-80 arası) yapılacak alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
“(…) Dolayısıyla Câmî’ye göre tevhid, amelî tevhidin nazarî (teorik) tevhide bağlanmasıyla tahakkuk edebilmektedir; buna göre amelde muvahhid olanın (gönülde birlemiş olanın) nazarında da bu birliğe erişmesi doğal bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Nazarda tevhid ise ‘Lâ mevcûde İllallah’ anlamınca vahdet-i vücûda inanmaktır. Camî, ed-Dürretü’l-fâhire‘de vahdet-i vücûdun nazar ve burhan ile değil; keşif ve ıyân (açıklık, hakikat) yoluyla isbat edilebildiğini söyler. Nitekim sûfîler kalplerini her türlü kevnî(kozmik) ilgiden ve ilmî kayııtlardan temizleyerek Hakk’a yönelirler ve bütün himmetlerini hiçbir kesintiye ve başka bir düşünceye yer vermeksizin bu teveccühe özgü kılarlar; Allah Teâlâ da bu gayreti onlara eşyanın hakikatlerini, yani vahdet-i vücûd hakikatini göstererek ikramda bulunur. Bu da demek oluyor ki amel olarak seyr ü sülûk tecrübesine sahip olmayan Sûfî, nazar olarak varlığın birliğine erişemeyecektir. (…) Hakk’a talip olan sâlik ilkin ilahî nazargâh olan gönlünden Hakk’ ın gayrısı ne varsa defedecek ve o ulu misafir için gönül hânesini mamur hale getirecektir. Bunun için mâsivâ adı verilen bütün kevnî (bu âleme âit) ilgilerden talep ve irade elini çekecek ve onlardan asla razı olmayacaktır. Zira mâsivâ Hakk’ın var ettiği ve fakat kemâl’e ermemiş bir nazar için kendisine, yani hakikate perde olmaktan başka hiçbir şey değildir. İşte Hakk’a vuslatın önündeki ilk engel olan bu mâsivâya olan arzu ve isteğin imhâ edilmesi çok büyük bir gayret ve ciddiyet gerektirmektedir ki bu gayret ve mücâhede Hak ile sapasağlam bir ‘nisbet’ kurulmadan mümkün ve kolay olmayacaktır. (…) Bu zikir ile sâlik hem mâsivâyı olumsuzlayacak hem de aynı anda Hakk’ı isbat edecektir. Öyle ki Hak ile arasında yalnızca kendi varlığı kalacak ve bu nihâî engelden de fenâ ve dahi fenânın fenası ile halas olacaktır. İşte böylece amelde tevhîde ulaşan sâlik artık tevhidin ikinci vechesi olan ilim ve düşüncede, yani nazarda da tevhide yönelecek ve fenâdan dönüş ile yeniden doğduğu hayata varlığın birliği penceresinden bakacaktır. Bu makam mâsivânın artık gayr görülmediği bilakis Hakk’ın mazharı ve O’nun hakikatinin tecelligâhları olarak görüldüğü, yani Hz. Peygamber’in ‘Allah’ım bana eşyâyı olduğu hâl üzere göster’ duasının tahakkuk ettiği makamdır.” (Melek Gündüz Karacan, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tasavvuf Ana Bilim Dalı, Doktora Öğrencisi; alıntılar s. 79-80 arasından)
No Comments