“Şöhret çok defa kendisini arayanların peşine takılıyor. Ama her zaman şöhretin arkasına düşmek de meşhur olmak için kâfi değil. Şöhretin bildiğimiz, bilmediğimiz daha başka şartları da olsa gerektir. Mesela Avrupa ilim tarihinin büyük şöhretlerinden İngiliz Chambers 1680 de, Fransız De la Mettrie 1709 da, Diderot 1713 de, D’Alembert 1717 de doğmuşlardır. Aşağı yukarı aynı yıllarda 1703 de Erzurum’un Hasankale’sinde doğan İbrahim Hakkı Efendi ise ne asrında ne de bugün hakkı olan şöhrete kavuşabilmiştir ! Bu, Batı karşısında Doğu’nun, Doğu içinde Osmanlı’nın ve Anadolu’nun kaderidir. İbrahim Hakkı Efendi’ye dair şu kısa yazıda bu talihsizliğin üzerinde durmak yersizdir. Yalnız şurasını belirtmek isterim. Batının biraz evvel zikrettiğim şöhretleri ile İbrahim Hakkı Efendi arasındaki münasebet, aynı yıllarda yaşamış olmalarından ibaret değildir. Aynı zamanda ‘ansiklopedi’ dediğimiz büyük çalışma mevzûunda da müşterektirler.
Chambers, D’Alembert, Diderot ve De la Mettrie 18.asrın yani Aydınlıklar denilen devrin getirdiği bilgi ve görüşlerden faydalanarak ‘ansiklopedi’yi meydana getirirlerken, İbrahim Hakkı Efendi hemen aynı yıllarda Batı’nın imkânlarından ve hiç şüphesiz ilim alanında ulaştığı seviyeden habersiz, kendi mütevazı kültür çerçevesi içinde ansiklopedisini yazıyordu. Bu ansiklopedinin adı Marifetname idi.
Marifetnamenin yalnız fihristinin incelenmesi eserin azametini ve ehemmiyetini gözönüne koymaktadır. Tabiatiyle burada bütün bahisler İslâmî bir çerçeve içinde mütalaa edilmiş, fakat devrin bir çok yeni bilgilerinden de uzak kalınmamıştır. Nitekim gök ilimleri bahsinde ‘Hey’et-i İslamiye’ başlığı altında dinî astronomi bilgileri verilirken, Hey’et-i Cedide başlığı altında da modern astronomiye temas edilmiştir. Dinî astronomide kâinatın yaradılışı arş, Kürsi, levh, kalem, sidre, tûbâ gibi İslamî kültür çevresinde kalan kavramlar izah edilmiştir.(…)
Bütün bu hususiyetleri ile Marifetnâme’nin,maalesef henüz yazılmamış olan Türk ilimler tarihinde mühim bir yeri olacağı kanaatindeyim. Ancak bu teferruatlı müsbet ilimler deryasına dalması, İbrahim Hakkı Efendi’nin mistik bir vecd içerisinde ilahî aşkı dile getirmesine mani olmamıştır. İşte onun yakın zamanlara kadar Kadirî-Geylânî âyinlerinde bir ilahi olarak okunan, İslâmî tasavvuf çerçevesi içinde ilahî aşkı terennüm eden şiirlerinden birinin birkaç yerinden alıntılar:
(…)/ Sen beni divane kıldın âkıbet / Aşk-ı bipervaya mahrem eyledin / Akldan bigâne kıldın âkıbet / (…) Hamr-ı Vahdetten içirdin tab’ıma / Ruhumu peymane kıldın âkıbet / (…) Ey Fakirullah bu Hakkı bendeni / Âşık-ı ferzane kıldın âkıbet ” (a.g.e, s.108-109)
No Comments