Düşünürken ve dua ederken…

 

Düşünme ve dua için her gün belli bir süre ayırmamızda fayda olduğunu kendimizin ve başkalarının tecrübelerinden biliyoruz. Yaşarken her gün bir süre bir durup düşünme, değerlendirme yapma elbette yararlı. Yoğunlaşmayı sağlar, sağlıyor böyle bir meşgûliyet.

Ana amacınız(maksûdunuz) ve talep ettiğiniz(matlûbunuz) nedir yaşarken, bunu düşünerek ve bu açıdan dua ederek geçirdiğiniz belli bir sürede günlük yaşamınızın diğer vakitlerinde bu derecede yoğunlaşamadığınızı farkediyorsunuz.

Durumunuzu, duruşunuzu ve insanlığa, insanlara ait durumları, duruşları düşünüyorsunuz; geçmişte yaşamış, günümüzde yaşayan insanlardan kendiniz için örnek bildiklerinizi, gördüklerinizi göz önüne getirerek kendinizle onları karşılaştırıyorsunuz. Günümüzde olup biten sahtekârlıkların, kötülüklerin, akıl almaz ölçüde tuzakların, kumpasların, fitnenin, fesâdın, katliamların geçmişte de olduğunu düşünerek samîmî, dürüst, açık, merhametli olmanın ne derecede kıymetli ve aranır bir insan duruşu ifade ettiğini ve bunun nasıl özlenir bir insanlık durumunu yansıttığını anlıyorsunuz.

Televizyon kanalları, gazeteler ister istemez ilginiz dâhilinde. Onlarda daha çok rastladığınız üzücü, sıkıntı verici, kaygılandırıcı olaylar, durumlar, duruşlar. İyi haberler, kıymetli düşünceler, değerlendirmeler maalesef az. Ama arıyorsunuz, gazete yazılarından da medet umuyorsunuz. Çünkü durum vahim. Günde okunmaya değer, düşündürücü birkaç yazı bulabilirseniz seviniyorsunuz.

Din (İslâm) ile tanışık ve barışık olmayanlar için nasıl izah edilir bu hayat? Nasıl anlamlandırılır? Öte dünya inancı olmadan bu dünyadan nasıl geçip gidilir? Tek, benzersiz, eşsiz-ortaksız yaratıcı olan Allah inancı olmadan nasıl yaşanır? O bize, insanlığa her dönemde aramızdan seçtiği, o göreve lâyık olarak yarattığı, büyüttüğü en seçkin ve kâmil kullarından nebîler, resûller göndermiş, onlar aracılığıyla bizi uyarmış değil mi? Son peygamber de gelip geçeli binbeş yüz yıl kadar olmuş. O yaşarken kendisine vahyolunmuş Kur’ân-ı Kerîm’de “sâat”in (Kıyâmet) yaklaştığı ifade ediliyor bazı âyetlerde. Bir daha insanlık yeni bir uyarıcı peygamber ve Allah kelâmına muhatap olmayacağına göre, başta Yüce ve şerefli Kur’ân’ın, Peygamberimizin yaşayışının ve hadislerinin ve büyük âlimlerin-âriflerin uyarıcı olmak bakımından yeterli olduğu açık bir hakikat iken, nasıl uyarılmayız, nasıl Kur’ân’ı anlayarak okuma gayreti içinde olmayız? Kur’ân sadece yüzünden okumak ve kulağa hoş gelir şekilde okuyandan dinlemek için mi önem taşır çoğumuz nezdinde? Onu hiç kaale almayanlar, sözde bile olsa Müslümanım demeyenler nereye gidecekler? Ölüm herkes için var! (Yoksa bu tespit bile bazıları için doğru değil mi?) Ölüme ve ölüm sonrasına hazırlığı önemsemek kolay mı? Ya bunu kaale almamak?

İnanmak, namaz kılmak-oruç tutmak-zekat vermek, kurban kesmek- Hacca gitmek çoğumuzu düşündürmeli değil mi? “Sözde” ile “gerçek” ayrımı zor mu yapılır? Neyin sıkıntısını çekiyoruz? Neden namazlarımızı zor gelmeyerek, seve seve, kendimizden geçerek âdeta kılamıyoruz? “Dosdoğru namaz kılma”nın zevkine neden varamıyoruz? Ramazan ayı ve oruç neden anlamını bulmuyor bizim o günlerdeki yaptıklarımızda-ettiklerimizde? Neden Peygamberimizin arkadaşlarının(Sahâbesinin) Müslümanlığını ulaşılamaz görüyoruz kendimiz için? Dua ederken söylüyoruz da, olmayacak, olmaz gibi düşünmüyor muyuz? O halde Rabbimize kulluğumuzu sorgulamalıyız. Gerçekten mi kulluk ediyoruz yoksa kulluk eder mi görünüyoruz?

Ya inanmayanlar, ya hiç kaale almayanlar böyle şeyleri? Neye inanıyorsunuz? Ne için yaşıyorsunuz? Yaşamınızın anlamı, değeri ne? Hiç kimseye kötülük diye bilinen bir tavır/davranış/tepki göstermeseniz; haksızlık(zulüm) diye bildiğiniz bir eylem/edim içinde olmasanız; işinizi gereğince, lâyıkıyla yapsanız; en yakınlarınıza da diğer insanlara da iyi davransanız, sizi hep iyi bilseler, öldükten sonra ne olacaksınız? Allah’ı tanıyıp O’na kulluk etmedikçe sizin için sonsuz bir mutluluk olabilir mi? Yoksa azaba mı uğrayacaksınız? Düşünmez misiniz?

Bir de gerek sözde din adına gerek dinsizliğin çeşitli versiyonları adına insanlara şiddet uygulayanlar, insanların toplu bulunduğu yerlerde onları olabildiğince çok sayıda öldürmeye teşebbüs edenler, silahla tarayarak veya kendilerini canlı bomba hâline getirerek. Sözde din adına devlet içinde önemli gördükleri mevkilere mensuplarını yerleştirerek, onların kendilerini belli etmeden çalışmalarını ve bağlı oldukları örgütün gizli plan ve hedefine göre hareket etmelerini öngören ve sağlayan bir yapılanma da iyice gündemde son yıllarda ve özellikle son aylarda. Entrikalar, kumpaslar, farklı görünmeler, olup bitene sahip çıkmama durumları, malûm darbe girişimine bile ‘tiyatro’ demeye kalkmalar, üstlenmekten bu derece uzak durmalar ve bu meş’ûm olay sonrası yurt dışında yaşayan örgüt liderinin ve yine yurt dışına kaçmış olan darbe girişimcisi asker örgüt mensuplarının bulundukları devletlerce iade edilmemesi…

Daha da var: bilimsel ve teknolojik yönden yetenekli, bilgili-birikimli, başarılı insanların önemli belli projelerde çalışırken, başka devletlerin o projelerin başarı ile sonuçlanmasından endişe duyup az sayıda olan o insanların bir şekilde öldürülmesine ve o ölümlerin intihar vs. şeklinde olduğuna dair raporla kamuoyunun bilgilendirilmesine sebep olmaları. Böyle olayların gerçekleşmesi, devletlerin çıkarları için ya kendi ajanlarıyla ya da işbirlikçi yerli insanlarla ama her durumda son derecede geliştirilmiş istihbarat çalışmalarıyla olmaktadır. Esrarengiz olaylar o kadar çok vuku buluyor ki “faili meçhul cinâyetler” ifadesini duymayan kalmıyor. Ve belki çok zaman geçtikten sonra aydınlanıyor böylesi olaylar.

Bütün bunlar bir düşünme ve dua süresi içinde insanın aklından geçebiliyor. Kendinizi daha kötü olanlara göre iyi zannedip kurtuluşunuz için iyimser olamıyorsunuz, olmamanız da gerekir elbette. Allah indinde yaşarken de ölünce de değerli bir kul musunuz, o önemli. Hz. Ali (Allah şefaatine nâil eylesin bizleri), yaşarken görmediği bir hakikati vefat ettiğinde görmesinin söz konusu olmayacağı anlamında bir söz söylemiş. Yani o dünyada iken hakikatla arasında perde olmayanlardan imiş. Yakîn yani kesin bilgi kendisinde daha yaşarken varmış. Bizler de dua ederiz yaşarken, ölüm ânı gelmeden önce yakîne vâsıl olalım diye. Çünkü ölüm ânında hakikati göreceğiz ama iş işten geçmiş olacak. Dünyâya tekrar döndürülmeyeceğiz. Onun için hayâtın kıymetini, anlamını yaşarken bilmemiz şart. Nedir o anlam, o değer? Maksûdumuz Rabbimizdir, matlûbumuz da O’nun rızasıdır. Ama bunun sözde kalmaması, hayâtımıza geçmesi lâzım. Bizler, hem de îman eden insanlar olarak çoğumuz bunu dile getiriyoruz ama buna göre yaşayamıyoruz. Kimilerimiz de hem yaşayamıyorlar hem de İslâm’ı en iyi kendilerinin bildiklerini ve temsil ettiklerini ihsâs ettirircesine konuşuyorlar, yazıyorlar.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked