Dua ve inanmak hakkında altı küsur yıl önceki bir yazıdan…
“İnançlı insan, inandığı için dua etmez, bilakis dua ettiği/edebildiği için inanır. Dahası dua ettikçe inanır.
Ne kadar dua ederse/edebilirse o kadar inanır.”
Dücane Cündioğlu, 3 Temmuz 2010 günü Yenişafak’ta çıkan “Duanın değil anadile, dile bile ihtiyacı yoktur!” başlıklı yazısına yukarıdaki bu cümlelerle başlamış ve Pascal’ın bir sözüne yer vermiş:
-“Agenouillez-vous, priez et vous croirez!”
Yani:
-“Diz çökün, dua edin: inanacaksınız!”
Bu yazıdan birkaç cümle daha:
“İnsan kendinden saklanmamalı.”
“İnanç, varlığının kokusunu ancak gönül-yaşam diyalektiğinde duyurur yoksunlarına.”
“Yapman gereken oturup düşünmek değil, yürümektir.”
“Dua ve ibadet logos’a(akla) değil, pathos’a(hisse) ihtiyaç duyar. Tutkuya. Acıya. Zevke.
Logos’un fiili değil, pathos’un infialidir dua! Bu nedenledir ki insan dua ve ibadet sırasında, hem de bir çırpıda, suje mevkiinden obje mevkiine geçer; fail iken münfail olur.”
“Ağlayan, çağıran bağıran, salya sümük zırlayan bir sarhoşun, bir mecnunun dua etmek için dile mi ihtiyacı vardır?”
“Ne tuhaf değil mi, inanmak kolay sanılır.
İnanmak yani güvenmek… Oysa dünyanın en zor işidir inanmak. Nitekim “İnanmak için bir kolumu verirdim” der Cemil Meriç.
“Tolstoy’un ve Dostoyevski’nin o tumturaklı, o sert beyanlarına aldanmayın, sırf inanmak için yazılarında o denli radikal, o denli sekterdirler. Okurlarına sundukları onca delil, inandıklarını değil, inanmayı istediklerini gösterir sadece.”
No Comments