Fütûhât-ı Mekkiyye 18. / son cild’den (te’lif:Muhyiddin İbn Arabî, çeviri:Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık-2012) alıntılar
“Akıl oluşla (kevn) bağlanmış ve sınırlanmıştır. Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dahilindedir.” (s. 16)
“Cennetliklerde (örfte) bilinen bir akıl yokken onlarda tasarruf edici olarak arzu ve şehvet vardır. Akıl cehennemliklerde dile gelir, bu sayede cehennemdekilerin hüznü artar, kötü bir yolu tutmuş olmaları nedeniyle mahzun kalırlar. Akıl yaratılmışın bir niteliğidir ve bunun için Hak onunla nitelenmemiştir. Şeriat dünyada şehvetin tasarruflarını sınırlamamış olsaydı, aklın dolaşabileceği bir alan kalmazdı.” (s. 17)
“Biz Allah’ı bilinmemek özelliğiyle tanıdık. Bu hususta edebe sarılmalı ve böyle anlamalısın! Nazarî (teorik) düşünceden ve fikrin karıştırmalarından kendini koru, aklın sınırını aşması, bir yerde karar kılsın! Böyle yapabilirsen kalpte (daha önce) kendisinden hiçbir şeyin bulunmadığı bilgiyi ve bir yana sapmayan gölgeyi elde edersin.” (s. 18)
“Hz. Peygamber’in yönteminde Allah’ın dini kolaylık olarak ifade edilmiş, ona güçlük katışmamıştır. Bu itibarla Hz. Peygamber müsamahakâr-haniflik dini ile zarif sünnet ile gönderilmiştir. Bu ümmete (dini) daraltan kimse kıyamette karanlık kimselerle haşredilir.” (s. 21)
“Toprak ile yağmurlar birbirine kavuştuklarında izhar ettikleri çiçeklerle toprağı güldürürler. Bu durum, bol miktarda ve yağmur gibi ağlamanın bir karşılığıdır. Böylece güldüren ve ağlatan Allah öldürür ve diriltir!” (s. 21)
“Hiç kuşkusuz ki ikram, misafirin değil, hâne sâhibinin değerini ve kıymetini gösterir. Sıradan insanlar ise ikramın hâne sâhibinin değil, misafirin değerine göre yapıldığını kabul eder.
“Hiçbir şey, güneşin ortaya çıkarttığı benzerlikten daha çok ruha benzemez. Yaratılmış bir şeyin yaratılmıştaki tesiri böyleyken Hakk’ın tesiri hakkında ne düşünürsün? İnsân-ı kâmil alâmet hâline gelmeksizin imamlığı elde edememiştir.” (s. 23)
“Hilim sahibinin özelliği ‘ah’ demektir. Bu itibarla Halil ancak doğru yolu tâkip ettiği için bu adla isimlendirilmiş, onu temsil etmek üzere ‘kişi dostunun (halil) dini üzeredir’ denilmiş olması, onun sûreti ve sûretinde bilfiil bulunmasıdır.” (s. 24)
“Kim ilme’l-yakîn makamına yerleştirilirse bilginin otoritesinin altında bulunurken, kim müşahede yakîni (ayne’l-yakîn) makamına yerleştirilirse müşahede ve görmenin hükmü onun üzerinde ortaya çıkar; her kim hakka’l-yakîn makamına yerleştirilirse, hiç kuşkusuz, yaratıklar içerisinde farklılaşır.” (s. 24)
“Âlem tenzih ile teşbih arasında bulunurken Hak teşbih ile tenzih arasında bulunur. Beraet ve arınmışlık Tevbe (Berae) sûresinde dile getirilirken tenzih Şûra sûresindedir.” (s. 24)
” Saadet yükseliş ile iniş arasında gidip gelenlere mahsustur.” (s. 25)
“Heva/düşmek, ya aşağıya doğru ya yukarıya doğru, ya kurtuluşa veya bedbahtlığa doğrudur. Bilende taaccüp edilecek (şaşılacak -a.a.-) bir durum yoktur, taaccüp edilecek olan, duranın hâlidir. Hak ona nida eder, o ise çekimser kalır ve bekler. Allah birine nida ederse, o gelir; gelince kendisine ihsan edilir, ihsanın amacı ise sınamaktır.” (s. 26)
“Allah’ın katında (indinde, nezdinde -a.a.-) mücmel (öz -a.a.-) denilen bir şey yoktur; orada her şey mufassaldır (ayrıntılı -a.a.-). Orada bütün (kül) de yoktur. Tevekkül tafsile göre gerçekleşir.” (s. 28)
“Sırlar büyük-emin kimselere açıklanabilir. Onlar söz konusu sırları elde etme gücüne sahip olan ve perdeleri kaldırabilenlerdir.” (s. 28)
No Comments