Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III, Bölüm XVII’den(Müellif: M.İbnu’l Arabî, Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı-Dr.Selçuk Eraydın, İFAV 6.Baskı, 2017)
“Ma’lûm olsun ki vücûd-i mutlak-ı Hakk’ın (Hakk’ın mutlak varlığının -a.a.-) tenezzülâtı (inmeleri), isimleriyle ilgili kemâlâtının zuhûru içindir. Ve isimlerle ilgili kemâlât ise ancak isimlerin tümünün fiilen zuhûruna istidadlı olan kâmil insan mertebesine inmeğe ve onun belirmesi ile müteayyin olmağa bağlıdır. Zîrâ belirmelerden insan gibi ahsen-i takvîm (en güzel kıvam -a.a.-) üzere mahlûk olan hiç bir belirme mevcûd değildir. İnsânî sûret tüm isimler hükümlerinin fiilen zuhûruna uygun olduğundan dolayı varlık, bu insanî surette ilahî hilâfet ile tamam olur. Ve bu insan türünde ilk olarak kendisinde hilâfet görünür olan Âdem (a.s.) idi. Fakat hükmü altına giren kimseler kendi zürriyetinden ibaret olmak üzere ferdleri az olduğundan Âdem (a.s.)ın hilâfeti, risâleti içerir olmadı. Bu sebeple ondaki hilâfetin bazı hükümleri potansiyel olarak kalıp fiilen zuhûra gelmedi. Zîrâ zuhûr birden olmayıp tedrîcîdir. Nitekim ‘et-Teennî mine’r-Rahmân’ buyrulmuştur.
(…) İşte bu tamamlanma sebebiyle Sâd, 38/18-19 âyet-i kerîmesinde beyân buyurulduğu gibi, kendisinde zapt ile hilâfet zâhir olan, Dâvûd (a.s.) oldu; ve Sâd, 38/20 âyet-i kerîmesinde beyân buyurulduğu gibi, Dâvûd (a.s.)da mülk, hikmet ve nübüvvet toplanmış oldu. Ve Hak Teâlâ Sâd, 38/26 âyet-i kerîmesinde onu halife yaptığını açık olarak beyân eyledi. Ve bu hilâfet hükümleri onun mahdûmu olan Süleyman (a.s.)da, bu cem’iyyette katılımları sebebiyle kemâl buldu. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: Neml, 27/15, 16 ve Enbiyâ, 21/79’da hilâfet hükümlerinde vâki olan katılımlarından dolayı her ikisi de bu nimete ‘şükren’ (Neml, 27/15) dediler.(s.257-258) Buradaki hilâfetin Dâvûd (a.s.)ın hilâfetine işaret olması tercih olunandır. Dâvûd (a.s.) bir çok küffârın kanını döktü ve Câlut’u katl edip mülkünü ifsâd etti. Şüphe yok ki bu hâl, sûrete nisbetle ifsâd idi; fakat hakikatte ıslâh idi.
Hilâfet işi Dâvûd (a.s.)da tamam ve Süleyman (a.s.)da da iştirak hükmüyle kâmil olunca (S.a.v.) Efendimize hilâfet meselesinde ne kalır?
Cevap: Fusûs’un sonu olan ‘ferdî hikmet’de görüleceği ve Şîsî Fass’da açıklandığı üzere Fahr-i âlem (s.a.v.) Efendimiz kâffe-i taayyünâtın (belirmelerin hepsinin) mebdei(ilki)dir. Ve muhammedî hakikati ile belirmelerin hepsini ve kemâlleri kuşatandır. Âlemde bu kemâlâtın hepsiyle zuhûru hatim yolu üzeredir. Dolayısıyla bilcümle enbiyânın kemâlâtı, muhammedî hakikat mertebesi’nden iner. Şu halde fahr-i rusül Efendimiz, gerek Dâvûd (a.s.)ın ve gerek diğer nebîlerin hâiz olduğu ve olmadığı bilcümle kemâlâtı toplayıcıdır. İşte varlıkla ilgili kemâl, Dâvûd (a.s.)da tam olarak zâhir olduğu için Hz. Şeyh (r.a.) / Muhyiddin İbnu’l Arabî ‘varlıkla ilgili hikmet’i Dâvûdî kelimeye mahsûs kıldı”(s. 258)
No Comments