Mevlânâ C.Rûmî’nin “Mesnevî Hikâyeleri”nden(Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken/ tasavvuf, 1.Basım:2003, 17.Basım:2022) bir hikâye

 

Kör bir ihtiyarın Kur’ân’ı yüzünden okuması

“Fakir bir şeyh, günlerden bir gün kör bir ihtiyarın evinde bir mushaf (sahifeler halinde kitaplaştırılmış Kur’ân -a.a.-) gördü. Temmuz ayı idi. Şeyh ona misâfir oldu. Böylece her iki zâhid, birkaç gün beraber bulundular. Şeyh kendi kendine ‘Burada mushafın ne işi var; bu derviş kör?’ dedi. Bu düşünce ile aklı karıştı. ‘Burada bu kör dervişten başka kimse de yok!’ diyordu. (…) Bu merak ve sıkıntı içinde birkaç gün sabretti, sonunda iş aydınlandı. Çünkü sabır, ferâh ve neşenin anahtarıdır. (…) Bir gece yarısı Kur’ân sesi işitti ve uykudan sıçrayıp kalktı, şu şaşılacak hâli gördü: Kör ev sâhibi Kur’ân’ı yanlışsızca okuyordu. Artık sabredemedi ve kör adamdan o hâli sordu. (…) Hem de eğilmişsin, okuduğun satıra bakıyorsun; elini âyetlerin harfleri üstüne koyuyorsun? (…) Kör adam misafir şeyhe dedi ki: ‘Ey insan bedeninin ne büyük bir san’at eseri olduğunu bilmeyen kişi! Bu hâli, Allah’ın yaratma gücü ve kudreti için çok mu görüyorsun da şaşıyorsun? Ben Allah’a yalvardım da; ‘Ey kendisinden yardım dilenen Rabbim!’ dedim, ‘Bir kimse canına ne kadar düşkünse, ben de Kur’an okumaya öylesine düşkünüm. Hâfız da değilim; okuyacağım zaman gözlerime kesintisiz bir nûr ver! Rabbim! Mushafı elime aldığım zaman gözlerimi bana geri ver de, âyetleri apaçık, duraklamadan, yanlışsız okuyabileyim!’

Allah’tan bana bir ses, bir nidâ geldi: Ey Kur’ân âşıkı! Ey ibâdet eden, iyi işler yapan, insanlara yararlı olan; ey her zahmette, her dertte bizden ümidini kesmeyen kulum! Senin güzel bir zannın, hoş bir ümidin var ki, onlar sana her an; ‘Daha da yüksel, daha da yücel!’ demektedirler. Ne zaman Kur’an okumayı istersen, yâhut dinî kitapları okumayı dilersen, Ey üstün varlık; kitabı eline alınca onu rahatça okuman için gözlerini, yâni görme yeteneğini sana geri vereceğim!’. Dediği gibi de yaptı. Okumak için Kur’ân‘ı açtığım zaman, her şeyi bilen, hiç bir işten gâfil olmayan o büyük varlık, o ulu pâdişah, O eşsiz, o benzeri olmayan sultan; görüşümü bana geri verir. O vakit ben, gece karanlığını gideren bir çerağ gibi olurum. İşte bu yüzdendir ki velî, Hakk’a takdir buyurduğu bir şey için itirazda bulunmaz. Çünkü Allah ne alırsa, ona karşılık bir ihsanda bulunur. Bağını yakarsa sana bağ dolusu bol bol üzüm ihsan eder; sana yas içinde düğün bağışlar. Kaybettiğimiz büyük ve değerli bir şey bile olsa, mademki bize karşılık olarak ihsanlarda bulunuyor, şu halde itiraz etmek bizden gitti. Mademki bana ateşsiz bir harâret geliyor, şu halde ateşimi söndürse de râzıyım. (…) Çerağsız, mumsuz aydınlık verdikten sonra çerağın, mumun sönmüş; ne diye feryâd ediyorsun? ” (s.250-251-252)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked