‘Küllî Hikmet’ Şeyhimiz (r.a.), bu hikmeti ‘küllî hikmet’ ve ‘ferdî hikmet’ diye isimlendirmiştir. Her iki ismin de bir sırrı vardır. Bunları, Muhammedî kemâlin sırrını, kaynağını, câmiliğini ve son oluşunu, peygamberlerin paylarının ve âyetlerinin onun mucize ve Hak’tan olan payına nispetinin sırrına dikkat çeken kaideyi öğrendiğinde anlarsın. (…)
Her şey belirli bir açıdan ve özel bir itibar ile Hakk’ın bir mazharıdır (zuhur yeri -a.a.-); kendileri ile mümkünlerin var olduğu bu itibar ile ve bu açıdan Hakk’ın bir ismi taayyün eder. Bu ismin özelliği şudur ki, bu varlık Hakk’a ancak bu itibar ile ve bu açıdan istinat eder. Her varlığın Hak ile olan durumu böyledir.
Şu var ki, Peygamber ve Ehlullah’ın büyükleri ile diğerleri arasında fark vardır. Çünkü peygamberler ve büyükler küllî isimlerin mazharıdır. (…)
Hz.Peygamber (a.s.) kıyâmet hadisinde buna işaret etmiştir: ‘Bir peygamber gelir, yanında üç-beş kişi; bir peygamber gelir, onunla iki kişi; bir peygamber gelir, onunla bir tek kişi; bir peygamber gelir, onun yanında hiç kimse yoktur.’ (…)
Ehlullâh’ın büyüklerinin ulaştığı son nokta, Hak ile irtibatlarının birinci taayyüne çıkmasıdır. (…) Bazıları onu ‘vücûb hükümleri’ diye isimlendirir; bunlar itibar ve haysiyetlerin neticeleridir. (…) Hz.Peygamberimizin ve onun kâmil vârislerinin ‘sıfat ve isimlerin kaynağıdır’ dediğim birinci taayyün ile ilişkisi diğer insanlardan farklıdır. (…) Onlar Hak’tan başka kimsenin bilmediği bir hal ile diğerlerinden ayrılırlar. Bu özel hali, insan-ı kâmil olması gerektiğini öğrendikleri kimsenin dışındakilere söylemezler; bu istidâda sahip kişiyi terbiye etmek için bu ve benzeri şeylere dikkatini çekerler. (…) Bu kimse bu bilgiyle Allah Teâlâ’nın ‘Biz peygamberleri birbirine üstün kıldık’ (Bakara, 253) âyetinin sırrını anlar. Buradaki üstünlük, çeşitli tarzlarda olsa bile, risâlet açısından değildir; nitekim Allah şöyle buyurmuştur: ‘Resûllerden hiçbirisini ayırt etmeyiz.'(Bakara,285) (…)
Hz. Peygamber(a.s.) Efendimizin kelâma tahsis edilmesine, risâlet ve peygamberliğinin umûmiliğine, bütün yeryüzünün mescit ve toprağının da ona temiz kılınmasına dikkat ediniz! (…)
Ehlullah’tan muhakkik olanlar sütün, suyun, balın ve şarabın (içilecek şey) vehbî ilimlerin mazharları olduğunda ittifak etmişlerdir. (…) Bu ilim, Allah’ın yaratmasındaki ilk sebebidir. Allah’ın kazası ve kaderi ilmine tâbidir; ilminin ma’lûmlara ilişkinliği, onların hakikatlerinin gerektirdiği hâle göredir. Yaratıklarla ilgili hükmün ve onlara ilişkinliğin kaynağı ve başlangıcı ilimdir ve su da ilmin mazharıdır/zuhur yeridir.(…) Bu da Nuh(a.s.)’ın mucizesinin sırrıdır. Kelâm sıfatı, ilmin sûretlerinden birisi, bir nisbeti ve ondan bir paydır. (…) Bu sûret, ‘Kün (Ol’dan ibarettir. Bununla Hakk’ın yaratıklarına tesirinin kapısı açılır ve varlıklar, ilim mertebesi’nden, farklı cins, tür ve şahıslarına,eserlerinin dünya ve âhirette devamlılıklarına göre zuhur etmişlerdir. Bundan dolayı Hz.Peygamber’in (a.s.) mucizesi ‘kelâm’ olmuştur. Hak, Kalem-i Âlâ’ya ‘ilmimi kıyamete kadar yaratıklarım üzerine yaz’ diye buyurduğu için, sadece Kelâmın hükmü, Allah’ın bu âlemde varlığını takdir ettiği malûmların hepsini kuşatmıştır.
Hz.Peygamberin risâlet ve şeriatı genel olduğu için, bütün arz, Hz.Peygamber’e ve ümmetine mescid, arzın toprağı da temiz kılınmıştır. (…)” (s.162-167 arasından)
No Comments