Fütûhât-ı Mekkiyye (Mekkî Fetihler /Açılmalar) 18.c.’den alıntılar
Muhyiddin İbn Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olan ve Türkçe’ye Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak çevirisi yapılmış olan bu eserin 18. cildinden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Allah saadete ermiş mutluya emelini verirken bedbaht ve şakiyi terk eder ve başarısız bırakır.” (s.15)
“Allah’a kimseyi ortak koşma ve tevhidi dayanak edin.” (s.15)
“Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu (ruhların ve meleklerin âlemi) kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dâhilindedir.” (s.16)
“Hak, varlıkta olan her şeyin aynı (hakikati) dir.” (s.16)
“Âlem tenzih ile teşbih arasında bulunurken Hak teşbih ile tenzih arasında bulunur. Beraet ve arınmışlık Tevbe (Berae) sûresinde dile getirilirken tenzih Şûra sûresindedir.” (s.24)
“Necmeddin İbn Şayy el-Musûlî bana bir mektupla gördüğü bir rüyayı bildirmişti. Rüyasında Maruf el-Kerhî’yi ateşin ortasında görmüş! Hâlbuki Ebrar’ın nimete Mazhar olduğu gibi Kerhî’nin orada nimetlendiğini anlamamış, korkmuş, onun helak olduğunu zannetmişti. Hâlbuki sufilerin nezdinde Kerhî’nin muteber ve onlarca eleştirilmemiş biri olduğunu biliyordu. Bu rüyada Maruf el-Kerhî cennetin ta kendisiyken keşif sâhibinin onda görmüş olduğu cehennem de cennet mesabesindeydi. Çünkü nâhoş işler ârifin ayrılmaz özellikleri ve nitelikleridir. Ârif dünya hayatında korkarken, imandan mahrum olan ise âhirette korkacaktır. Dolayısıyla sıfatlar (ârif ile inançsız arasında) yer değiştirdiği kadar âfetler de yer değiştirir; belki görür veya duyar da muttali olduğu ve öğrendiği şeyler kendisinden yayılır ve ortaya çıkar. (…)” (s.25)
“Bunlardan birisi de iki yüz seksen birinci bölümden ‘Heva arzu ettirir’ bahsidir. Heva olmasaydı arzu duyan olmazdı ( veya düşen düşmezdi). (…)
Bu itibarla sınanma ve imtihan heva (arzu) nedeniyle gerçekleşir. Heva/düşmek, ya aşağıya doğru ya yukarıya doğru ya kurtuluşa veya bedbahtlığa doğrudur. Bilende taaccüp edilecek bir durum yoktur, taaccüp edilecek olan, duranın hâlidir. Hak ona nida eder, o ise çekimser kalır ve bekler. Allah birine nida ederse, o gelir; gelince kendisine ihsan edilir, ihsanın amacı ise sınamaktır. (…) İmtihan edilmeyi ikrar ettikten sonra, artık iddiadan soyutlanması / uzaklaşması söz konusu değildir. (…) Belirlenmiş ecel gelip körlük çözülür ve âmâ görür hâle gelince, yükümlülük silinir, tasarruf geride kalır, bir misal sûretinde hayalî mertebeye taşınır. Orada insan önceden gönderdiklerini görür ve neticede ya sevinir veya kendini kınar. (…) Gemi delindiğinde, onlardan birisi pişman olmuştur. Onun pişmanlığı nasıl olur da bütün gücünü harcamadığı hakkındadır. Öteki de ihmâline ve cemaatten ayrılmasına pişman olmuştur. Bu ihmal kendisini (Kâria sûresi’nde zikredilen) haviye’ye düşürmüştür. ‘Onun ne olduğunu nereden bileceksin? Kuşatıcı bir ateştir.‘ (el-Kâria,101/10-11) Başka bir âyette şöyle buyrulur: ‘Keşke kitabım verilmeseydi! Keşke (ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı, saltanatım da benden koptu, yok olup gitti.’ (el-Hakkâ, 69/25-29)
No Comments