“Çağdaş Küresel Medeniyet”
Merhûm Ş. Teoman Duralı‘nın eserinin üst başlığı bu olmakla birlikte diğer ve daha ma’nâlı / kapsamlı başlık olarak “Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudî Medeniyeti” başlığına da yer vermiştir merhûm; kendisi bu başlığı oluşturan ifadeye eserinde sıklıkla değinir. Bu eserden yer yer yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
“İngiliz- Yahudî medeniyetindeyse, insancılık-dünyacılık, ideoloji olma vasfını kaybedip dünyagörüşü hâline gelmiştir. Adı anılan dünyagörüşünün içerisiyse insanın maddî ilişkiler ağıyla doldurulmuştur. Başka bir anlatımla, yalnızca dünyaya yönelmiş hâlde yaşayan insanın, yalnızca dünyaya yönelik yaşayışını oluşturan doku, maddî ilişkiler ağından ibarettir. Bu derekede mütâlea ettiğimizde de, insanı, İslâmî bir deyişle, beşere indirgemiş oluruz. İngiliz-Yahudî medeniyetinin kurumlaşmış felsefesi (öncüleri: T. Hobbes, D. Hume, A. Smith, K. H. Marx), insancı-dünyacı dünyagörüşünün içerisini maddî ilişkiler ağıyla doldurmakla kalmayıp onu da açmış, açıklığa kavuşturmuştur. (…) İngiliz-Yahudî medeniyetinin indinde maddî ilişkiler ağı esasında iktisâdîdir. Ancak bu alışılagelinmiş iktisat değildir; devrimcidir. Alışılagelinmiş iktisatta temel ihtiyaçlara göre üretim söz konusudur. Buradaysa ilkin ihtiyaçlar üretilir; başka bir deyişle, tüketim kamçılanır. (…) Demek ki, üretim tüketimin talepleri doğrultusunda hareketlenmektedir. (…) Bu gidişin biricik hedefiyse, durmadan dinlenmeden yükselen kâr paylarıdır. (…) Üretim için zorunlu olan para miktarınaysa sermaye diyoruz. (…) İşte, üretimin anahtarı demek olan para miktarını toplayıp elde tutmak ve kâr payını dahi durmadan artırmak esasına dayalı ideolojinin adıysa, Sermâyeciliktir (Fr. Capitalisme).” (s.22-23)
“(…) Hukukun ise aslı esası ahlâktır. Geleneklere geçmiş göreneklerdeki ahlâk, yaptırım gücü bulunmayan yaşama tarzıdır. (…)” (s.31)
“Tektanrılı-Vahiy dinine ve onun âşikâr ifadesi olan İslâm’a değin meşruluk belirgin, insanüstü ve doğaötesi kaynaktan yoksun bulunduğundan, değişkenlik ile göreliliğe açıktı. (…) Göreliliği aşan evrensel anlamda ahlâk ile hukuk bağlamındaki meşruluk ancak Allah varlığına ilişkin fikir çerçevesinde ortaya çıkmış ve ona dayalı olarak geçerliliğini sürdürmüştür. Bu noktadan hareketle, dinin iç ile dış hayatımızı yönlendirdiği kabulünü reddeden Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin göreliliği aşan evrensel bağlamdaki meşruluktan yoksun olduğu mantık gereğidir. Mademki meşruluğun kaynağı ahlâk, bunun da türevi hukuk olup düzenlenişi insan elinden çıkmış görülür; öyleyse o düzenlemiş tabiatıyla zamana, zemine ve belli kültür şartlarına bağlı bulunacaktır. Böylelikle dindışı ahlâk, dolayısıyla da hukuk, mantıkca, mevzi kalmağa hukümlüdür. İnsancı-Aydınlanmacı düşünürler ile filozofların akıl ürünü sığ ahlâk ilke ile kurallarının ve bunlardan inşâ olunmuş hukuk düzeninin pekâlâ evrensel olabileceği iddiası temelsizdir. (…) Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyeti, Onyedinci yüzyıldan beri birinci şıkkı kendisine fikrî ve zihnî zemin esas almak tercihinde bulunarak saçmalıktan hareket etmiştir. Saçmalığın kaynağı, en temel ilkeden yoksun olmak, daha açık bir ifadeyle Tanrısızlıktır. Öksüz kalmış çocuk ne ise, Tanrısızlık çukuruna düşmüş kişinin durumu da odur. Terbiye edici -Rab- ilk ve Sığınılacak son mercii –Rahman- inkâr eden tutamaksız hâlde kendi eksik varoluşuyla baş başa kalır. Evrende yapayalnızdır, öksüzdür. (…)” (s.31-32)
No Comments