“Sözüm varsa dünya hayatı uğruna kendini yıpratmak şöyle dursun dünya hayatını babasının malı zannedenleredir.”
İsmet Özel’in “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” isimli kitabının ( TİYO, Aralık 2019, I.Baskı) başlarından bir kaç yerden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki de bu yazının başlığını teşkil eden bir cümledir (s.9) olup o kitabın başlarındandır / s.9) oluşturacak bu yazıyı.
“Varlık gösterebilmişsek çocukluğumuza rağmen, ihtiyarlığımıza rağmen gösterebilmişizdir.” (s.8)
“40 yaşıma kadar yazdığım şiirlerin ilki ‘Kış’. Dokuz yaşımda kıştan ancak bu kadarını anlardım. Daha sonra neler anlamalıydım? Bu satırları yazarken sonbaharı yaşıyorum. Yeni bir kış 75 yaşımda iken yine başımda. (…)” (s.8)
“İtirafım şu olsun: Kış günleri benim için aklımın erdiği günden beri birer kuluçka vaktidir. (…) Kabuk benim cihetimden umduğumdan daha çabuk çatladı ve ortaya tasavvurumun aksine bir şey çıktı. Yani makbul bir şey çıkmadı. Her insanı tek başına bir nesil sayacak olursak beni neslimi idame ettiremeyişimin yakınması ihata etti. Okurum insanların bütün bunları sarahaten bilmeseler bile sezdikleri iddia edilebilir. Günlük gıdasını (ekmeğini diyemedim) temin uğruna kendini yıpratanlara bir sözüm yok. (s.8-9) (Sezgilerinin değerini bilmeyiş bahsinde herkesten çok onlar mazurdur. Her gün tok gezebilmek bir marifettir. (…)” (s.9)
“(Başlığı teşkil eden alıntı cümlenin yeri burası) (…) Bugüne kadar hiçbir peygamber, hiçbir filozof, hiçbir sanatçı, hiçbir bilim adamı dünya haline mümessillik edecek bir imtiyazı elinde tutamamıştır. Buna mukabil dünya hali her peygamberin, her filozofun, her sanatçının, her bilim adamının sorumluluğu altına girer. Dünya hali meşruiyeti umursamayıp hükümranlık taslamaktır. Belki de işin aslını bunda aramalı. İşin aslı dünya halinin asıl denecek bir taraftan mahrum bırakılışıdır. Kolaycıyız. İşimize gelmeyen dünya hâlinden şikâyet hepimizin kolayına gider. En kolay düştüğümüz tuzak bir dünya hâlinden diğerine geçmeği yaratılmışların keyfine bırakma tuzağıdır. Kant aydınlanmadan daha çok bir Kopernik devriminden bahisten hoşlanırdı. Karl Marx senin biyologide yaptığını ben sosyal bilimlerde yapacağım iddiasıyla Charles Darwin’e bir mektup döşendi. Şöhret gülünçlükle tamamlanmadığı zaman meşhur adam ortaya çıkmaz. Çünkü tabiatımız bir zorluğun altından kalkmağı hepimize hoş göstermiştir. (…) Her nedense zorluğun zor adama yakıştığına inanırız. (…) Hayalden daha parlak bir marifet göstermeyen Kopernik’in bizi kâinatın merkezi olamayacak dünyanın değersiz görüntüsüyle baş başa bıraktığını hatırdan çıkarmayalım. Bunu hatıra almadık bile. Giderek değersiz dünya Nobel ödülü alabilmek için her olmazı olura çevirenler elinde bilimsel dünya oluverdi.” (s.9-10)
“Sayısız adamlığım adamlığıma halel getirmedi. Ölüp gideceğim besbelli olduğu halde ve bana ait bütün iyi şeyleri beraberinde götürmekle kalmayıp terekemde sadece kötülüklerimin sırıtacağını bildiğim halde adamlığa, sayısız adamlığa oynuyorum. (…) İnsan hakları mugalatasıyla haklı haksız ayrımını karartmak sayılı adamların işidir.
“(…) Modernlik insanın sorumluluğuna fert oluşu dikkate alınarak kenetlenmiş, kilitlenmiştir. İşte hepimizin acziyeti bu kilitlenme vakıasında. (…)” (s.9)
“(…) Giderek değersiz dünya Nobel ödülü alabilmek için her olmazı olura çevirenler elinde bilimsel dünya oluverdi. (…) Freud aklımızın başımızda olmasını imkân haricinde farz etti. Neden bu adamların böylesi tuzaklarına kolayca düşeriz? Çünkü hayalciyiz. Çünkü bünyemizden hayal etme rahatlığını elimizin tersiyle uzaklaştıramayız. (…) Hangi çağ davete icabeti vazife bilir? Adnan Menderes’e aleyhinde bir askerî darbeye maruz bırakılacağı haberi ulaştığında söylenenlere kulak asmadı. Onun gönlüne İstiklâl Marsımızın ithaf edildiği kahraman ordumuzun müstemleke ordusu olmadığı kanaati su serpiyordu.
Gönlümüze su serpilmeseydi hangimiz kaç dakika daha yaşardık? Modern çağda yani saat ekranının kahramanlığı esas alınarak şahlanan dünyada -evet, şahlanmağı saat ekranına bağlayan modernliktir- hay huy gönüllere su serpme rahatlığına yer açmak içindir. Hay huya hayretle bakmağı çocukluğumun en esaslı tecrübesi saymalıyım. (…) Üstümüze apar topar giydirilen Hıristiyan yılların 1966’sında derin bir kederle Geceleyin Bir Koşu’yu yayınladığım bu gün de hatırımda. (…) Eğer Türk âlemi şiiri tanıma zahmetini göze alan edebiyat adamlarının nefes alabildiği bir âlem vasfını önde tutabilseydi yani Türk âlemi bünyesinden bir dünya hayatı çıkarabilseydi sayılı adamlardan kabul edilecektim. (…) Şair yazdıklarıyla insandaki en büyük noksanı yok etmiş olur. Nedir o büyük noksan? Beşer hayatını yetersiz bulup insan hayatına yöneldiğimizde bize bir şeyin, bir kişinin (kimsenin değil) yol göstermesini şart görürüz. (…) Her neye ‘şey’ demişsek o şey şiirden başka bir şey olamaz. (…) Şiir insana tamamlama şevkini sunarak var olur. (…)
Her ülke, her dil adına yerli şey şiirin aydınlattığı şeydir. (…) Şiir dünya hayatını küçümsemeyi öğretmediği zaman sanat olmaktan çıkar. (…)”
No Comments