“Bir tarih yorumu ve devlet anlayışının ilkeleri ve imkânlarının yoklanması”
“Fetih, İstanbul’un fethi, ‘Büyük Fetih’, Fetih ve Fatih merkezli yazılar-konuşmalarla gençlere yönelik bir hissiyat oluşturmayı amaçlayan Nurettin Topçu, bir felsefeci ve ahlâkçı olarak bu seviye ile yetinmesi mümkün olmadığından, aynı zamanda bu hissiyatın üzerine çıkarak bir tarih yorumu ve devlet anlayışının ilkelerini ve imkânlarını yokluyordu. Bu arayış bir tarafıyla Fatih’in devletini / Osmanlı siyasî yapısını açıklama cehdi taşırken diğer taraftan kendi siyasî kültürü ve tecrübeleriyle irtibatlı aktüel bir yapı kurmaya da yönelmektedir.”
Başlığını ve ilk bölümünü İsmail Kara‘nın Derin Tarih dergisinin Mayıs 2023 sayısında çıkan yazısının ilk satırlarından alıntılama suretiyle yazmaya başladığım ve o yazının birkaç yerinden daha yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
“1953 yılı İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü. Fiilen çok partili hayat ve DP iktidarı başlayalı bir iki sene olmuş. Husûsen muhafazakâr kesimde bir açılma ve rahatlama havası da esiyor… Böyle bir vasatta fethin 500. yılı kutlamaları için muhtemelen devletin bir kanadı, fakat daha ziyade tek tek ‘kahraman’ kişiler ve bazı hamiyetli kuruluşlar harekete geçmişti. 1918 yılından beri kutlanmayan fethin yıldönümü her bakımdan kutlanmalıydı. Devletin hangi kanadı destek veriyordu bunu tam bilmiyoruz ama DP iktidarının Yunanistan’ı rencide etmemek dahil birkaç sebeple bu teşebbüslerden bir ölçüde rahatsızlık duyduğu, hatta engellemeye çalıştığı biliniyor.
Fakat büyük ölçüde veya tamamen aktüel siyasetin dışında cereyan eden, fethin yıldönümünü vesile ederek tarihî ve kültürel hafızayı canlandırmak, bunun üzerinden tekpartili yılların ihmal ettiği sahalarda tabiri caizse bir tadil ve tashih, bir restorasyon gerçekleştirmek, hatta dinî ve felsefî de diyebileceğimiz bir yorumlama çabası ortaya koymak istikametinde kuvvetli bir temayül ortaya çıkmıştı.”
“Süheyl Ünver gibi nerede ise 10 yıl öncesinden 1953 yılı için hazırlıklar yapmaya başlayan, İstanbul’a dair kitaplar ve yazılar neşreden; defter, hat, tezhip hazırlayan kişiler ve onların etrafında az sayıda da olsa çalışkan ve üretken insanlar, yazarlar, akademisyenler, bürokratlar yer tutmuş, mevziler edinmişlerdi.”
“Tektip olmayan ve 1938 ile 1942 yıllarında konuşulan ama yapılamayan ‘Fetih Kutlamaları’ fikrini diri tutmak isteyen bu çabaların bir tarafı Türkiye’ye ait hemen her şeyi, her kademede temsil edebilecek İstanbul üzerinden tarihe ve kültürel mirasa dönüşün, onları bir şekilde hatırlayıp hatırlatmanın imkânlarını aramaya doğru akıyordu. (…)”
“Parçalı hale getirilen, biçimsizleştiren, savaş alanı haline dönüştürülen tarihin içine doğru yeniden ve mümkünse inkıtasız bir yolculuk iradesiydi bu… (…)”
“Bu çabalarda ve İstanbul ağırlıklı tarih hatırlamalarında tekpartili yılların icraatlarına, ihmallerine, tahriplerine, tarih tasarruflarına karşı açıktan veya örtük olarak bir muhalefet de vardı. (…)”
“(Bu mücadeleyi yürütenlerin önemli bir kısmı, mesela Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin, Ekrem Hakkı Ayverdi, Samiha Ayverdi, Sedat Çetintaş, Feridun Dirimtekin, Semavi Eyice…) bu vadide yaptıkları büyük işler için herhalde muhalefet kelimesini değil kullanmak, akıllarından geçirmek dahi istemezlerdi. (…)”
“Cumhuriyet ideolojisi kendine yeni bir yer/ yeni bir yol açabilmek için ‘din-tarih-gelenek’i birdiğerini ikame eden unsurlar olarak görmüş, öyle kabul etmiş ve her bir unsura karşı mücadelesini her üçüne karşı olabilecek şekilde birlikte yürütmüştü. (…)”
“(…) Eski yazıyı, hattı, klasik Türk musikisini, halifeler yahut padişahlar tarihi kitaplarını devreye sokmaya çalışmak da böyle idi. Fetih kutlamaları da tam bunların ortasına düşen bir şeydi; din, tarih, gelenek…
Farklı bir fetih fikri ve takibi
“Nurettin Topçu (1909-1975), adını saydığımız gayur (gayretli) zevatla ve ‘500. yıl’ meselesini önemseyen müesseselerle yakın münasebetleri olan biri değildi. Düşünceleri ve mücadele-muhalefet biçimleri itibariyle hiç olmadı bile denebilir. Ayrıca DP iktidarı döneminde daha fazla olmak üzere II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Amerikan aksına ve kapitalist dünya görüşüne açılmasına ve sağ- muhafazakâr-milliyetçi-mütedeyyin çevrelerin okumuşlarının da kalkınma, sanayileşme edebiyatı üzerinden bu politikalara yakınlaş(tırıl)masına sert bir üslupla karşı çıkan istisnai bir tavra sahipti. Bu yeni dayatmaları ve kabulleri insan, ahlâk ve milliyet açısından tahrip edici ve ziyadesiyle bozucu buluyordu. ‘Anadolu sosyalizmi’ fikri de bu yıllarda ve bu sebeple varlık alanına çıkmıştı. (…) ‘Mehmed Âkif’, ‘Fetih-Fâtih’,, ‘Mevlânâ’, ‘Çanakkale’ konuları dikkat çekici bir şekilde artıyor ve felsefî bir derinlik kazanarak aynı zamanda bir tarih ve siyaset-devlet anlayışı yorumlarına doğru hareket ediyordu. Siyasî merkez tarafından bilerek ihmal edilmiş ve geriye itilmiş bazı konuları, tarihî hadiseleri ve kişileri yeniden gündeme taşımak, ‘ulu hakan’ edebiyatına düşmeden hak edenleri öne çıkarmak, o devrin şartları içinde bir mücadele ve muhalefet biçimi, tarih ve kültür ‘zulüm’lerine karşı bir ihkak-ı hak davasıydı. Yakın talebelerinden birinin şehadeti de bu türden faaliyetlerdeki öncülüğünü ve ısrarını teyit etmektedir: ‘(…) Daha önemlisi anma günlerinin (Mehmet Akif, Fetih) tertiplenmesinde onun rolü çok büyüktür. Bu âdeti Nurettin Topçu teessüs ettirmiştir diyebiliriz. Böyle toplantılarda şehitler için Fatiha okunması da onun getirdiği bir şeydir.’ 1962 yılından itibaren her baskısı ilaveli yapılan Büyük Fetih kitapçığı bu konuşma ve yazılardan oluşacaktır. Nitekim kitabın birinci baskısının künye sayfasında ‘Milletçiler Derneği’nin 29 Mayıs 1953’ten beri tertip ettiği ‘Fetih Toplantıları’ndaki konuşmaları biraraya getirecek serinin ilkini teşkil eden bu kitap, ‘Nurettin Topçu’nun bu toplantılardaki konuşmalarını ihtiva etmektedir’ ibaresi yer alacaktır. Fakat onun bu konudaki ilk yazısı ‘Fatih Sultan Mehmet Han konuşuyor’ başlığıyla bir yıl önce yayınlanacak ve aynı mecmuada Komünizm’ e karşı mücadele (sayı:33, 1 Nisan 1952), İslam Dünyası (sayı:3, 11Nisan 1952), ve Serdengeçti‘de (sayı: 15-16, Mayıs-Haziran 1952, ‘Fatih Sultan Mehmed Han’ın Hitabı’ başlığıyla) imzasız olarak neşredilecek, dahası bir neşri tenkitleri sebebiyle mahkeme konusu olacaktır.
Beşyüz yıl önce bana kılıcımın hediyesi olan bu ülkenin semalarında bugün nail olduğum ‘basü bade’l mevt’ (yeniden diriliş) sırrıyla etrafıma bakıyorum’ diye başlayan bu etkileyici yazıda İstanbul’un her tarafını yukardan temaşa eden Fatih’in dilinden o gün (o günün siyasi iktidarı ve maarif, kültür politikaları) tenkit ve değerlendirmelere tabi tutuluyor.
“(…) Bu etrafımda gördüğüm kâbuslar nedir? Üç tepede üç Haçlı zaferi görüyorum. (…) Ben keşke orada şehit olsaydım! Belki türbem ahfâdımı bir zilletten korurdu. Ya Ayasofya’nın minarelerindeki ezan sesini kim susturdu? O minarelerde okunan ezan, Allah’ın adı yanında Peygamber’in adını göklere dağıtırken, ecdadına bağlı ruhlarda beni de düşündürüyordu da ondan mı? Bin Haçlı ordusu bunları yapamazdı! (…) Heyhat bana, heyhat asil evlâdıma! Bu şehri görmek istemem artık. (…)”
“Türkiye’nin iki ay önce NATO’ya girdiği, Yunanistan’la dostluk arayışlarının başladığı bir ortamda yükselen bu ses mahkemeye taşındı ve mahkûm edildi. Sultan Fatih müellifle birlikte İstanbul semalarında dolaştıktan ve acı manzaralar temaşa ettikten sonra konuşmasını şöyle bitirecektir: ‘(…) Heyhat! heyhat! Kapansın bu perdeler! Örtülsün bu manzara! (…) Bu cihadın ilk şartı: Birleşin ve bir kılıcın üzerine yemin ediniz. Bu kılıç imanla irfandan yapılmış olsun! (…) Bugün itibariyle hepsi Büyük Fetih kitabında yer alan diğer ‘Fetih-Fatih’ yazılarının kronolojik listesi veriliyor. (…) Yazının son bölümü “Fetih üzerinden devlet felsefesi” başlıklı. (…) Nurettin Topçu’nun İradenin davası-Devlet ve Demokrasi kitabından ve Yarınki Türkiye‘deki bir miktar yazıdan sonra Siyaset düşüncesi ve siyaset üslûbuna dair en kıymetli yazılarının bu kitapçıkta olduğunu söylemek hilaf-ı hakikat olmaz.
Bu metinlerde de devlet aynı zamanda hareket felsefesinin, ‘İsyan Ahlâkı’nın bir parçasıdır. Onun için ‘Din Allah’ın emri, devlet onun hareketidir’ ifadelere bu kitapta da sık olarak tesadüf ediyoruz. İslâm siyasî düşüncesinin en üst kavramı olan ‘adâlet’ Nurettin Topçu’nun konuşma ve yazılarında mesuliyet kavramıyla birlikte merkezî bir yerdedir ve birçok kademede ele alınır.”
“Asrî demokrasilerde iktidar halktan devlete doğru yükselen tecrübî ( ampirik) bir gerçek olduğu halde Fatih’in devletinde devletten halka inen bir anlaşma ve yürütme kudretidir; rasyonel (aklî) bir gerçektir. Her ikisinde halk idare ile anlaşmış, birleşmiş durumdadır. (…)”
No Comments