Bir gazete yazısı: alıntılar, izlenimler ve değerlendirmeyi okurlara bırakmak
Faruk Beşer’in “Ahlaki yozlaşma ve ırkçılık tamam da tasavvuf bir gerileme sebebi olabilir mi?” başlıklı yazısını(Yeni Şafak, 06.10.2017) okudum bu Cuma sabahı. İlahiyatçı bir akademisyen (Prof. Dr.) olan bu yazarın özellikle tasavvufa değindiği yazılarında kendine güvenir bir tavır yansıttığı, bu konuda bir otorite imiş gibi izlenim verdiği anlaşılıyor. Ancak yazıların içeriği sadece böyle bir izlenimi verme ağırlıklı mı oluyor, yoksa yazar bu konudaki yazılarıyla bu izlenimin doğruluğunu ortaya koyarcasına okuyucuyu ikna mı ediyor?
Bu sorunun cevabını, yazarı izleyenlerden bu yazımı da okuyacaklar olursa, onlara bırakmak üzere; ben bugünkü yazısından bazı alıntılar sunmakla ve bunlar üzerine kısaca izlenimlerimi belirtmekle yetinip, yazının değerlendirilmesine imkân hazırlamış olacağım.
“Yeniden ayağa kalkabilmek için, günümüzün icaplarını yerine getirmeye çalışırken geçmişteki hatalarımızı da gözden geçirip değerlendirmeliyiz. Neden bu hallere düştük diye sormalı ve sorgulamalıyız. Şimdiye kadar bu konu üzerine ondan fazla yazı yazdım, gördüklerimin ve düşündüklerimin önemli olanlarını söyledim. Konuyu bu yazıyla bitirmek istiyorum. (…) Eğer ulema halkı yeterince uyarabilseydi tasavvuftaki Batınîlik ve dünyayı terk etmeye eğilimi önlenebilirdi. Öyle olmadı, dünyayı tamamen başkalarına bırakma anlamındaki bir züht tasavvufun belirleyici rengi haline geldi. Oysa Allah (cc) ‘mallarınızı sefihlere vermeyin, çünkü onları Allah sizin kıyamınız için yaratmıştır’ buyuruyordu. Yani müminlerin ayağa kalkabilmeleri, ya da ayakta iseler, ayakta durabilmeleri için servete ihtiyaçları vardır. (…) Ulemanın etkisi azalınca tasavvuf böyle bir meskenete dönüştü ve sonucu da çok ağır oldu.
Gerçi nasıl Osmanlı ilmiyesi 1800’lerden sonra düşüşe çare aradı ve 1925’lere kadarki yetmiş beş yıllık sürede sayıca ve derinlikçe Osmanlı’nın tamamını üçe katlayan büyük âlimler yetişti, ama buna rağmen düşüş önlenemedi ise, tasavvuf da yine o tarihlerde aynı sebeplerle Senusî ve onun kurduğu hareketin mücahit kahramanlarından Ömer Muhtar ve Kafkaslar’ın Şeyh Şamil’i gibi ilmi, cihadı ve tasavvufu bir arada bulunduran hareketler oluşturdu, ancak bu da düşüşe engel olamadı. Sonra ne Ahmet Cevdet Paşa’dan Elmalılı’ya kadar o âlimleri yetiştiren ilmiyye, ne de Senusî’den Şeyh Şamil’e kadar âlim ve mücahit sufileri yetiştiren tasavvuf kaldı. Tekrar her şey aslına rücu etti. İlmiyye budandı, (…). Tasavvuf da yine eski meskenetine döndü. (…)
Geri kalmamızın muhtemelen yine bu tasavvuf anlayışıyla da irtibatlı bir başka sebebi de, ilk çizgisinden kaymış kader anlayışıdır. Bu konuyu uzun uzadıya anlatmaya çalışmıştım. (…) Böyle olunca da çalışıp çabalamanın bir muharriki kalmadı.
Buraya kadar saydığımız sebeplerin ortak bir sonucu olarak Müslümanlar tarifi mümkün olmayan bir ahlaki tedenni/düşüş yaşadılar. (…) Kesin olan sadece şudur; eğer biz tekrar ahlakımızı ve en başta da emanetimizi düzelterek işe başlarsak bu düşüşten çabucak kurtulabiliriz. (…)”
http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/ahlaki-yozlasma-ve-irkcilik-tamam-da-tasavvuf-bir-gerileme-sebebi-olabilir-mi-2040476
Yazar sadece günümüzdeki tasavvuf anlayışımızı yanlış bulmuyor, geçmişimizdeki tasavvuf anlayışını da beğenmiyor. Ona göre bu yanlış anlayış ulemanın(âlimler) halkı yeterince uyarmamış olmasına bağlı. Yazara göre ulema ile tasavvuf mensupları birbirinden kesinlikle ayrı gruplar. Tasavvuf anlayışını yazar “dünyayı tamamen başkalarına bırakma anlamındaki bir züht” olarak görüyor; bu hususta Allâh’ın (cc) bir sözünden bahsediyor ve tasavvuf mensuplarının tutumlarının mü’minlerin servet kaybına yol açtığına değiniyor. Ulemanın etkisinin azalmasının tasavvufun meskenete(miskinlik, yoksulluk, beceriksizlik) dönüşmesini getirdiğine vurgu yapıyor.
Şu tesbiti de ilginç ve inandırıcılıktan fazlasıyla uzak : 1800’lerden sonra Osmanlı ilmiyesi düşüşe çare aramış ve 1925’lere kadarki yetmiş beş yıllık sürede sayıca ve derinlikçe Osmanlı’nın tamamını üçe katlayan büyük âlimler yetişmiş, ama buna rağmen düşüş önlenememiş. Keza tasavvuf da, yazara göre, yine o tarihlerde Senusi, Ömer Muhtar, Şeyh Şamil gibi olumlu temsilciler ile elinden geleni yapmış ama o da düşüşe engel olamamış. Sonra da, yazarın tesbiti şu ki, söz konusu dönemdeki anlamda ne ilmiye kalmış, ne tasavvuf. Tekrar herşey aslına yani daha önceki dönemlerdeki haline dönmüş. Yazar, kader anlayışının da bu tasavvuf anlayışına bağlı olarak ilk çizgisinden kaymış olduğu fikrinde.
No Comments