“Varlığın idraki meselesini, ‘Nasıl davranmalıyım?’ sorusundan ayrı ele alamayız.”

 

İbrahim Kalın‘ın BARBAR-MODERN- MEDENÎ –Medeniyet Üzerine Notlar- kitabının (İnsan Yayınları: 705, İbrahim Kalın Kitaplığı:3, Birinci Baskı 2018) DÜNYA GÖRÜŞÜ VE VARLIK TASAVVURU başlıklı bölümünden yer yer yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki s.130’dan bir alıntı cümle olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Kartezyen sübjektivizmin etkisi altında gelişen modern hümanizm, insanı varlığın merkezine yerleştirirken, pozitivizmin etkisi altında şekillenen modern kozmolojiler insanı, evrende anlamsız bir varlık mesabesine indirgemiştir. Modern düşüncenin bu çelişkisi, kelimenin en hafif ifadesiyle büyük bir karmaşaya yol açmakta ve modern insan, yarı-tanrı olmakla bir hiç olmak arasında gidip gelmektedir.

Buna karşılık geleneksel ontolojiler, varlık tasavvurlarında büyük varlık dairesini esas alırlar ve insanı bu dairenin merkezine değil içine yerleştirirler. Varlık (vücûd), varlıkların (mevcûdât) hiçbirine indirgenemez zira vücûd, mevcûdât’ın toplamından daha fazla bir anlama sahiptir. Vücûd, şeylerin hem varlığını hem de mahiyetini oluşturur ve onları var kılar. Klasik İslâm düşüncesine göre vücûdun hakikati, onun bütün tezahürlerinden daha fazla bir şeydir zira vücûd, tezahür ve tecelli etmek suretiyle tüketilemez. (…) Vücûdun tecelli ediş biçimleri sonsuzdur ve dinamiktir, ama bunların hiçbiri vücûdun hakikatini ihata edecek mahiyette değildir. (…) Bir şuur ve idrak melekesi olarak ‘vicdan’, varlığı bulmak, yani idrak etmek manâsını taşır. (s.131) “Molla Sadrâ vücûdun hakikatinin ‘bahs’ yani aklî araştırma ve çakarımla değil, ‘zevk ve vicdan’ ile idrak edilebileceğini söylerken bu noktanın altını çizer. ‘Vecd’ de burada devreye girer zira vücûdun hakikatinin kavranması, insanda bir vecd hali meydana getirir. (dipnot: Bu konuda daha etraflı bir değerlendirme için bkz. İ.Kalın,Varlık ve İdrak: Molla Sadrâ’nın Bilgi Tasavvuru, çev. Nurullah Koltaş ( İstanbul: Klasik Yayınları, 2013)” (s.131-132)

“Öte yandan vücûdun klasik felsefede ‘hakk’ olarak nitelenmesi, ontolojik ve epistemolojik mertebeleri birbirine bağlamaktadır. Hakk, bugünkü dille ifade edilecek olursa hem hakikati (truth) hem de gerçekliği (reality) ifade eder. (…) Vücûd kelimesinin bu anlamlarına dikkat çeken Davud el-Kayserî, Descartes’ın tersine, insanın önce ‘var olan’, sonra ‘bilen’ bir varlık olduğunu söyler. İnsan, var olduğu için düşünebilmektedir. Zira varlık, bütün bilginin ve bilme ameliyesinin a priori şartıdır. Bu yüzden vücûdun anlamını bilen öznenin varlıklara ilişkin epistemik çıkarımlarına indirgemek mümkün değildir. (dipnot: Bkz. İ.Kalın, “Dawud al-Qaysari on being as Truth and reality”, Knowledge is light:Essays in Honor of Seyyed Hossein Nasr, ed. Zeylan Morris (Chicago:ABC international Group İnc,1999), s.233-249.) Buna göre ‘Düşünüyorum, o halde varım.’ önermesi metodolojik bir cümle olarak anlamlı olabilir fakat ontolojik manâda doğru olan, ‘Varım ki düşünebiliyorum.’ cümlesidir. Vücûd, bir tarafta var olan her şeyi öncelemekte diğer tarafta metafizik âleme açılan bir kapı vazifesi görmektedir. (dipnot: Bu yüzden Rudolf Otto varlık araştırmasının nihai amacının ‘insanı kurtuluşa götüren hakikatlerin’ tahkik edilmesi olduğunu söyler; bkz. R.Otto, Mysticism East and West (New York: The Macmillan Company, 1960), s.34.)” (s.132) “Zira vücûd, son tahlilde Mutlak Varlık olan Tanrı’nın yaratılış âlemine bakan yüzüdür. Öte yandan vücûd, aynı anda ‘iyi’, ‘doğru’, ve ‘güzel’dir ve ahlâk, epistemoloji ve estetik alanlarının buluşma noktasıdır. Varlıklar, vücûdun kuşatıcı hakikatinden pay aldıkları oranda gerçektirler. Var olma eylemi, vücûdun bu kuşatıcı hakikatine iştirak etmektir. Bu yüzden bilme eylemi de son tahlilde varlıkların hakikatine, yani vücûda iştirak etme ameliyesidir.

Bütüncül bir varlık anlayışına ulaşmak için cevher ile arazı, ilke ile tecelliyi, aslî olanla ferî olanı eş zamanlı ve tutarlı bir biçimde kavramaya çalışmak zorundayız. Nasıl varlık tezahürlerine indirgenemezse, hakikat bilgisi de görünen şeyler hakkındaki malumata indirgenemez. Tezahür ve tecelliyi anlamak için, ona kaynaklık eden varlığı ve hakikati idrak etmek zorundayız.”(s.132) “(…) Eşyanın hakikatini, onları aşan bir ilkede arayan bu varlık tasavvuru, cemadattan nebatata ve hayvanata kadar bütün varlıkların zâtî bir anlamının ve değerinin olduğunu kabul etmiş ve bunu, İslâm medeniyetinin sosyal ve maddî hayatının bütün boyutlarına uyarlamıştır. Her varlığın göründüğünden daha fazla bir hakikate sahip olduğu düşüncesi, İslâm bilim ve estetiğine önemli katkılar yapmış ve gerçekliğin tek bir varlık düzeyine indirgenmesine engel olmuştur. Bunun bir sonucu olarak ‘metafizik şeffaflık’ adını verdiğimiz bakış açısı ortaya çıkmıştır. (…)” (s.133-134)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked