Dîn hakkında Fusûsu’l- Hikem’den bilgi
Muhyiddin İbnu’l- Arabî‘nin eseri olan Fusûsu’l-Hikem’in Tercüme ve Şerhi-I’de MUKADDİME bölümünde Onaltıncı fasıl Dîn hakkındadır. Bu fasıldan yapacağım bazı alıntılamalar DÎN konusunda bilgimizi artırıcı ve ona derinlik kazandırıcı olacaktır.
” Dîn lügat itibariyle ‘inkıyâd’ (boyun eğme, kendini teslim etme), cezâ (karşılık) ve âdet manâlarına gelir. Bu manâların üçü de şer‘a nakl olunabilir. İnkıyâdın manâsı budur ki, kul nebînin Hak cânibinden (tarafından) getirdiği şerîata ya boyun eğer, ya muhalefet eder. Eğer boyun eğerse, Hak Teâlâ da ona uygun karşılık ile boyun eğmiş olur; ve eğer muhalefet eder ve kulun sâbit hakikatinin istidâdı affı gerektirirse Hak da ona af ve mağfireti ile boyun eğmiş olur; ve eğer kulun sâbit hakikatinin istidâdı muâhazeyi (cezalandırmayı, azarlamayı) talep ederse, Hak ona kahr ve intikam ile karşılık verip, ona Kahhâr ve Müntakim (intikam alan) isimleriyle tecelli eder. Ve inkıyâdda (karşılıkta) etkili olan kulun hâlidir. Zîrâ inkıyad kulun fiilidir.
‘Cezâ’nın manâsı da budur ki, Hakk’ın kula inkıyâdı, onun fiilinin ivazını (karşılığını) vermeden ibarettir. Ve bu ivaz kulun sâbit hakikatinin istidâdına göre verilir. İvazda üç sûret vardır: Birisi, kulun hoşuna gidecek ve tabiatına uygun gelecek şeydir. Bunun delili anlam olarak ‘Allah onlardan razı; onlar da Allah’tan razı’ (Mâide, 5/119) âyet-i kerîmesidir. İkincisi, kulun hoşuna gitmeyecek ve yaratılışına uygun gelmeyecek şeydir. Bunun delili de anlam olarak ‘(…) Ve sizden kim zulüm yaparsa ona büyük bir azap taddıracağız.’ (Furkan, 25/19) âyet-i kerîmesidir. Üçüncüsü, yaratılışa uygun gelen ve gelmeyen kayıdlar ile kayıdlı değildir. Bu da muhalefetin afvıdır. Bunun delili de ‘Ahkâf, 46/6 âyet-i kerîmesidir. İşte kulun hâlinin gerektirmesine göre Hakk’ın inkıyâdı cezâ ve muâvazadır(karşılık olarak verme).
‘Âdet’in manâsı da budur ki, kulun inkıyâd ve muhalefeti, onun sâbit hakikatinin hâllerinden bir hâldir. Ve Hakk’ın inkıyâdı ve muâvazası da yine kulun sâbit hakikatinin hâllerinden bir hâldir. Dolayısıyla kulun inkıyâdı ilk hâl, Hakk’ın muâvazası da sonraki hâldir. (…)
Şu halde kulun sâbit hakikatinin bu anılan ilk hâli ve sonrası kendi üzerine döndüğü için din ‘âdet’tir. (…) Zira ‘âdet’ tekrardır. Ve tecellîde ise tekrar yoktur. (…) Meselâ kul, emre boyun eğerek sabah namazını kıldı. Hak da onun yaratılışına uygun muâvaza (karşılık verme) ile inkıyâd eyledi (boyun eğdi). Ertesi gün yine sabah namazını kıldı; yine ivaza (karşılığa) nâil oldu. Namaz kulun fiili olup, sâbit hakikati hasebiyle Hakk’ın kendisine bir tecellîsinden ibarettir ve kulun hâlidir. Ve karşılık da Hakk’ın bir tecellisi olup o da kulun sâbit hakikati hasebiyle vaki olur. Bu da kulun sonrası hâlidir. Şu halde namazların ve karşılıkların suretleri tekrarlanmış görünür. Bu itibar ile din ‘âdet’tir. Velâkin bu sûretler birbirinin aynı olmayıp benzeridir. Bu itibarla da ‘âdet’ değildir. Ve keza namaz kılmak kulun hâllerinden bir hâl olduğu gibi, onun sabit hakikatinin hâllerine göre vaki olan karşılık da, o hâli izleyen ikinci hâldir. Ve ilk hâli izleyen ikinci hâl ise tabii olarak cezâ (karşılık) değildir. Dolayısıyla ‘din’ bir yönü ile ‘cezâ ve âdet’ ve bir yönü ile de ‘cezâ ve âdet’ değildir.” (MUKADDİME s.72-73)
No Comments