İnsan ve rûhu, dört vasıf, İblîs’in şerrinden korunma…
Muhyiddin İbn Arabî’nin (M./d.1165-v.1240) Arap dilinde te’lif etmiş olduğu, Ahmed Avni Konuk(M./d.1868-v.1938) tarafından Arap harfleri zamanı Türkçesinin son yıllarında tercüme ve şerh edilmiş, Prof. Dr.Mustafa Tahralı’nın Latin harfleri dönemi Türkçesinde yayına hazırladığı “Tedbîrât-ı İlâhiyye” adlı eserin 311. sayfasından, başlıkla ifade etmeye çalıştığım konuda bazı ifadeler:
“Ma’lûm olsun ki, İblîs’in hükümrân ve mutasarrıf olduğu mevtın( durak, makam, menzil) kesâfet(yoğunluk) ve anâsır(unsurlar) âlemidir. Ve cihât(cihetler, yönler) ile takayyüd(kayıdlanma), bu âlemin iktizâsıdır (gereğidir). Ve yönler ise altıdır: sağ, sol, arka ve ön ve üst ve alt. Halbuki Âyet-i kerîmede (A’râf, 7/17) İblîs’ten naklen, bunlardan ancak dördü anılmış ve ‘üst’ ile ‘alt’ meskût bırakılmıştır(söylenmeden geçilmiştir). Sebebi budur ki, ‘alt’ seni kendisine da’vet eder, yani arz seni çekim kuvvetiyle üzerinde tutar. Eğer bu çekim(câzibe) kuvveti olmasa, sen onun üstünde duramayıp fezâya(uzay) doğru fırlar gider idin. Tabii bu senin hayatının devâmını temin içindir. Böylece anlaman gerekir ki, bu cihetten sana fesâd ve halel(bozukluk, eksiklik) gelmez. Ve ‘üst’ ise ilâhî tenzîhin (Allâh’ın yaratıkların özelliklerinden ve her türlü eksiklikten, kusurdan uzak olması) yol mahallidir/yolunun yeridir. Zîra Hak Teâlâ hazretleri senin üstünden güneş ışığını indirir. Ve bu ışık(ziyâ) vâsıtasıyla birçok hastalıklara sebep olan mikropları helâk eyler ve başka faydalar verir. Yağmur, seller, rüzgâr, vs., bütün bunların faydaları ve hikmetleri vardır. Kısacası ‘üst’ünden sana halel ve fesâd gelmek şöyle dursun, bu yön tenzîh-i ilâhînin sana ulaşmasına mahsûs bir yol olur. Böyle olunca, Kur’ân-ı Kerîm’de dört yönün zikri, ancak sana bu cihetlerden halel ve fesâd geldiğine kuvvetli delildir. Yâsîn, 36/60 âyet-i kerîmesinde ihbâr buyurulduğu üzere İblîs senin düşmanındır. Nisâ, 4/76 âyet-i kerîmesinde ihbâr buyurulduğu üzere de hîlekârdır. Böylece aldatır seni. Netice olarak sen sahip olduğun maddî ve manevî hediyeleri(atâyâ)/bağışları belirteceğim dört vasıf üzerine gözetmen/denetmen(murâkıb) ve mebzûl (bezl olunmuş, bolca verilmiş) kıldığın vakit işin salâh bulur, işlerin düzen kazanır; ve düşman olan İblîs her ne vakit, hangi taraftan gelirse gelsin, orada senin hakkındaki fesâd muradına kavuşmaktan kendisini men’ eden bir muhâfız bulur. Böyle olunca dört vasıftan biri olan “havf”i (korku) sağından; ikinci vasıf olan ‘recâ’yı da(ümit, niyâz, temennî) solundan; ve üçüncü vasıf olan “ilm”i de önünden; ve dördüncü vasıf olan “tefekkür”ü de arkandan nasb et (tâyin et/belirle)! Varlık mülkünü(yönetim/hâkimiyet) muhafaza için biz ancak bu tertîbi münâsib bulduk. Çünkü düşman ancak bu cihetlerden gelebilir. Muhakkak sağ taraf cennet ve sol taraf nâr mevziidir. Düşman(Şeytan) sağdan geldiğinde şehvetler ve lezzetlerden ibâret olan âcil cennet (vaadi) ile (zinâ,livâta, içki, kumar vs.) gelir. Bunlara mukabele edecek olan ‘havf’ iki türdür: Allah Teâlâ’dan havf ve insanlardan havf. Makbûlü Allah Teâlâdan olanıdır. ‘İnsanlardan korku’nun da faydası vardır ama asıl ve kesin etkisi olacak korku ‘Allah korkusu’dur. Düşman sol taraftan sana dünya hayatının elemlerini ve ıztırâblarını arz ederken, o tarafta ‘recâ’yı bulursa mülküne halel ve fesâd veremez. Eğer düşman ön taraftan gelirse ‘sözün zâhiri’ ile gelir. İlim ona mukabele edip düşman olan İblîsin bu vâsıta ile seni yenmesine mâni olur. Tasavvuf ilmi, düşmanın ‘sözün zâhiri’ ile gelmesinde kesin olarak etkili olur; iblîs mahrum ve hüsrâna uğramış olarak döner gider. Ve İblîs insanın arkasından geldiğinde şüphe ile ve kötü hayallere dayalı işlerle gelir. Bu durumda da ona ‘tefekkür’ karşı çıkıp def’ eder. (…)”
No Comments