“Padişahsız, Halifesiz Cumhuriyet döneminin büyük bir imkânı olmalıydı; ama olmadı.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Kayıtlı ve Şartlı Hâkimiyet” başlığıyla çıkan 17 Zilhicce 1444 (5 Temmuz 2023) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/ İsmetOzel?Id=181&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının üçüncü paragrafının ilk cümlesi olup alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.
“Riche comme ses pachas” Fransızların bir sözü bu. “Paşalar kadar zengin” demeğe gelir. Yani paşaların ellerinde tuttuğu servet burjuva sınıfı dünya ölçüsünde hesaba katılan Fransızların bile dikkatini çekmiş. (…)
(Başlığı alıntı olarak teşkil eden cümlenin o yazıdaki yeri burası) İktidarı bir şekilde gasp etmiş bulunanlar şiar olarak “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” cümlesini benimsemişti. Oysa devlet memurları gözle farkedilecek şiddette imtiyazlıydı. Bir şehrin valisi o şehrin CHP il başkanıydı aynı zamanda. Adnan Menderes’in tabiriyle “bir parmak solda” olan Demokrat Parti piyasa ekonomisini canlandırma telaşına kapılmıştı. (…)
Dünya Sistemi adını verdiğimiz düzenin sahipleri Türk topraklarında olan biten her şeyi dikkatle izliyor. (…) Ecnebiler Türk topraklarında fiilen gerçekleşen her şeyin karakterine tasallut ediyor. 27 Mayıs 1960 ihtilâline kadar her lise mezunu askerliğini yedek subay olarak yapabiliyordu. İhtilâl bu hakkı onların elinden aldı. (…) 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi 27 Mayıs 1960’ın eksiklerini her bakımdan gidermede gecikmedi. “Her bakımdan” dedim, zira 24 Ocak 1980’de alınan kararların dünya sisteminin hiçbir kaybı olmaksızın uygulanması için Türkiye’nin başına kendisinden hesap sorulmayacak bir siyasi yetkeyi sarmak gerekiyordu. (…)
Ordu İstiklâl Harbi’ne kayıtlıydı. Çünkü elimizde I.Cihan Harbi akabinde Türk topraklarının ecnebiler eline geçmesine rıza göstermeyen yegâne örgütlü güç ordu kalmıştı. Bütün milletçe bilinen kayda inkılâplar birer şart olarak eklendi. Bu şartların en ağırı Türkçe’nin Lâtin alfabesiyle yazılabileceğini iddia eden yaklaşım oldu. (…) 1929 Hıristiyan yılından itibaren “millî” diye adlandırılan eğitim bu harflerle gerçekleşti. Şu anda benim Lâtin alfabesiyle kaleme aldığım yazıyı okuyorsunuz. Başka ne olacaktı diye sual edebilirsiniz. Türk topraklarında yaşayıp da bu suale cevap verecek yeterlikte bir tek kişinin bile bulunduğunu sanmıyorum. Hâkimiyet altındayız. Kayıtlı ve şartlı bir hâkimiyet…
No Comments