Siyaset konulu bir açık oturumdan alıntılar
2 aylık düşünce dergisi olan Teklif‘te (Ocak 2023 / Sayı 7) Siyaset konulu bir açık oturum var. Katılanlar ilâhiyatçı / entelektüel akademisyenler olarak Ahmet Ayhan Çitil, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, Ömer Türker, Tahsin Görgün.
Yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
“Bu ülkede bir değil sanki iki millet yaşıyor gibi bir durum var. Kırılmalar çok derin. Dolayısıyla şizoid diyebileceğimiz bir toplumsal yapımız var ve bu sorunu nasıl halledeceğimizi bilemiyoruz. Söz konusu yarılma çok ciddî siyasî problemlere yol açıyor.
Bir siyasî sistem içerisinde öncelikle eşitliği mi sağlamaya çalışacağız yoksa özgürlüğü mü? Bu ikisinden birini ön plana çıkarırsak öbürü zarar görüyor. Bu iki değeri telif edip bir arada götürmek hiç kolay bir iş değil.” (Ahmet Ayhan Çitil)
“(…) Siyasî bir düşüncede kat’î olan ile zannî olanı ayırmak. Ne demek kat’î, kat’iyât yani: İlkeler. Bu ilkeler dinî ilkeler olabilir, değer ilkeleri olabilir, bir milletin kendine ait âdet ve gelenekten kaynaklanan ilkeleri olabilir; kültürel, kamusal ilkeler olabilir. Bu ilkeler neticede var. Bir de bu ilkelerin zaman ve zeminde, o sahnedeki değişen koşullara uygun, yoruma açık, içtihada açık tarafları, uygulamaları olabilir; buna zanniyât adını veriyorlar. Dolayısıyla bu ayrımı baştan yapmak lâzım ki konu üzerinde düşünürken ve konuşurken nerede ilkesel nerede zannî noktalardan hareket ediyoruz; özellikle de ilkelerde mi ayrışıyoruz, yorumlarda mı; bunların birbirine karıştırılmaması gerekiyor. En çok yanlış yapılan nokta şudur: ilkeler ile yorumların birbirine karıştırılması… (…)” (İhsan Fazlıoğlu)
“(…) İhsan hocanın söylediklerinden devam edeyim; aslında İhsan hocanın söylediği şeye ben varlık siyaseti diyorum. Varlık siyasetiyle beraber bir de parti siyaseti var. Şimdi biz parti siyaseti ile varlık siyasetini birbirinden ayırmadığımız zaman aslî manâsıyla siyaset ile idarecilik anlamındaki siyaseti birbirine karıştırıp aslî manâda siyaset anlamına gelen varlık siyasetini ancak idare seviyesinde anlamlı olan parti siyasetiyle ikame ediyoruz. Ve ilginç olan noktalardan birisi, genellikle bu son yaşadığımız bir buçuk asırlık dönemde aslî yönelişin güç iradesine bağlı bir dünya sistemi oluşturmaya dönük olması. Bugün geldiğimiz noktada birileri için bu amaç az veya çok tahakkuk etmiş durumda; birilerinin elde ettiğini düşündüğü bu güce bağlı yapılanmaya dünya sistemi deniyor ve birileri tam da bu sistemi muhafaza etmek ve kalıcı hale getirmek gayreti içinde. Bu dünya sistemi daha fazla güç elde etmeye yönelik olarak tahakkuk ettiği için, ilgili olduğu, dokunduğu her hâdiseyi siyasallaştırıyor. (…) Dünya sistemine muvafakat, idare-i maslahat olarak siyasetin ilkesi haline geliyor. Dolayısıyla millet/ler/in mizacının tecessüm etmesi gereken faaliyetler olarak varlık siyaseti geri plana düşüyor; onun yerine dünya sistemine bağlı/bağımlı, esasen idare-i maslahat olarak etkin olabilecek faaliyetler siyaset adını alıyor. (…) Kısaca biz farkında olalım veya olmayalım, yaptığımız her şey ilginç bir şekilde siyasallaşıyor. (…)” (Tahsin Görgün)
“Siyasetle ilgili problemlerimizin odak noktasında siyasetin temel değerlerinin ne olduğu problemi yatıyor gibi geliyor bana. Şayet siyaseti toplumları belli bir değer istikametinde, uyum içerisinde sevk etmek diye anlarsak siyaset esas itibariyle yapılan edilen her şeyin belirli bir değere doğru sevk edilmesi anlamına geliyor…” (Ömer Türker)
“Fakat burada benim görebildiğim kadarıyla ilginç olan nokta şurası: Bölünmüşlük olarak bize takdim edilen görüntü, farklılıkları dönüştürerek, bunu semboller üzerinden yeniden inşa eden ayrımlar ve ayrışmalarla alâkalı. Diyelim mezhepler, sekülerlik bağlamında dinci-laikçi, sağcı-solcu, ilerici-gerici, vesaire gibi… (Tahsin Görgün)
“Tam burada bir şey diyeyim. Parti siyasetinin ya da gündelik siyasetin böyle şeyler yaptığına şahit oluyoruz. Fakat bence tam da Tahsin hocanın varlık siyaseti dediği noktada daha derinden bir problem var: Çağdaş ulus devletlerinin hatta genel olarak çağdaş devletin temel değeri bu farklılıkları birleştirmeye elverişli mi değil mi? Çünkü ulus devletler toplum içerisindeki büyük farklılıkları müzelik hale getirmeden tahammül edemez yapıya sahip. Mesela bir toplumda temel değere aykırı düşünen insanlar o toplum içerisinde bir gettoysa veya yayılmış çok küçük bir azınlıksa bunları ana yapı içinde tutabilirsiniz. Çünkü çağdaş dünyada klasik imparatorluklarda olduğu gibi millet sistemi yok. Bu bakımdan hangi temel değerin esas alınacağı noktasında toplumda büyük ayrışmalar olduğunda meri siyasetin nasıl olup da bunları uyumlu hale getireceği meselesi büyük bir problem olarak karşımıza çıkar.” (Ömer Türker) (…)
No Comments