Fîhi Mâ Fîh’den sözler
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin bu eseri merhûm Ahmed Avni Konuk tarafından tercüme edilmiş, yine merhûm Dr. Selçuk Eraydın’ın yayına hazırlamasıyla İZ Yayıncılık’tan (8.Baskı 2009) ilgili okurlarıyla buluşmuştur.
Bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
” ‘Ene’l–Hak‘ sözü -mutlak olarak- Hakk’a aitttir; çünkü O’ndan başka bir hakîkî mevcûd düşünmek muhaldir. (dipnot: Nitekim Mansûr’un muhabbeti son dereceye ulaştıkda kendisine düşman oldu; ve kendisini yok kılıp ‘Ene’l-Hak’ yani “Ben fânî oldum, Hak kaldı” dedi. Bu ise tevazunun amacı ve kulluğun sonudur; yani ancak O‘dur demek olur. Dolayısıyla davâ ve tekebbür (büyüklenme) “Sen Hudâ’sın ve ben kulum” demektir ki ikiliktir. “
“Bütün âlem bir kökenden gelip yine o kökene döner. “Biz Allah için varız ve sonunda hepimiz O’na döneceğiz.” (Bakara, 2/156) âyet-i kerîmesini Hz. Mevlânâ şu tarzda açıklamıştır: “Bütün cüzler o mahalden gelmiş, yine hepsi o mahale dönerler. Bütün bu alış-veriş soyut ve somut kevnî (varlıkla ilgili) sûretler tablalarında görünür olur. Zira o âlem (ilmî sûretler mertebeleri) latiftir, görünmez. Bahar rüzgârı ağaçlarda, bahçelerde kendini gösterir. Bahar rüzgârının kendisini düşündüğümüzde bunların hiçbiri görünmez olur.”
“İbâdetler, kulluklar vs. hepsi Hakk’ın atâsıdır (vergisidir) ve mülküdür. Yani mutlak fâil Allah Teâlâ’dır. Meselâ Hak bize sıhhat vermezse insanın yapabileceği bir şey yoktur. Sıradan insanlar sebeplere bakarlar ve işleri o sebeplerden bilirler. Hz.Mevlânâ’ya göre sebepler bahanedir ve işi gören başkasıdır. Halk sebepleri, ârifler ise müsebbibi (sebep olanı) görürler; zira mutlak fâil Allah Teâlâ’dır. (…) Hz.Mevlânâ’ya göre “Ene’l-Hakk”ın manâsı “hareketler Hak’tandır.” demektir.”
Hz.Mevlânâ Mesnevîsi’ndeki bir beytinde: “Biz yoklarız; ve bizim varlıklarımız da yoktur. Sen fânîleri gösteren mutlak bir varlıksın” buyurur.”
“Rızkın peşinde koşmayıp Rezzâk’ın peşinde koşmak, insanın hereketlerinin Kur’ân’a göre tanzimini sağlar. Mülkün sahibi Allah kulu için ezelde ne takdir etmişse, ziyadesiz ve noksansız olarak ona ulaşır. Rızkın peşine düşen insan Rezzak’tan uzaklaşacağı için , meşru ve gayr-i meşru sınırını kaybeder, ölçüyü kaçırır; ihtiras, kıskançlık vs. gibi kötü huyların hükmü altına girer.”
“Akıl gözü açık olanlar, kendi kusurlarıyla meşgul oldukları için kimseyi kusurlu görüp onlar hakkında fuzulî sözler söylemezler. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “İnsanların kusurlarını bırakıp kendi kusuruyla meşgul olan, malının fazlasını infak eden ve fuzulî sözleri zaptedip tutan kimseye ne mutlu!”
“Peygamber (s.a.v.): Ulemânın (âlimlerin) şerlisi ümerânın (yöneticilerin) ziyaretine gidenler; ve ümerânın hayırlısı ulemâyı ziyaret edenlerdir. Fakirin kapısına giden emîr ne güzel emîrdir; ve emîrin kapısına giden fakîr ne fena fakîrdir.” buyurmuştur. Hz. Mevlânâ hadîsi şu tarzda yorumlamıştır: “Âlimlerin şerlisi emîrlerden imdat uman, salâh ve sedâdı (iyiliği ve doğruluğu) devlet adamları vâsıtasıyla olan ve onların korkusundan salâha gayret eden kimsedir. Bir kimse bu niyetle tahsil eder ve Hakk’ın rızasını değil de kendi mefaatinin gereğine râm olursa; menfaatinden dolayı nüfuzlu insanların dümen suyunda gitmeyi tercih eder. Allah rızası için ilim tahsil etmiş olan bir âlim en doğru yoldadır. İşte devlet adamlarının her zaman faydalanacağı ve yardım göreceği ilim adamlarının özellikleri bu olmalıdır. Gerçek fakirlik ihtiyacını Hak’tan istemek ve mahlûkâttan müstağnî (gönlü tok) olmaktır. Abdullah (Allah’ın kulu) olmayanlar ‘abdü’ş-şehvet’, ‘abdü’s-servet’ veya abdü’l-mansıb yani makâmın kulu olmaktan kurtulamazlar.”
“Tasavvuf edebiyatı klasiklerinden Keşfü’l-Mahcûb isimli eserin yazarı Hucvîrî’ye göre ilimsiz emîr, takvâsız âlim, tevekkülsüz halk şeytanın yoldaşı olur.”
No Comments