Fütûhat-ı Mekkiyye c.18’den alıntılar
Müellifi / Yazarı Muhyiddin İbn Arabî olan, Çevirisi Ekrem Demirli tarafından yapılan, Litera Yayıncılık’tan (İstanbul-2012) çıkan 18 ciltlik çevirinin bu son cildinin başlarından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
Bu” Büyük sûfî düşünür İbn Arabî‘nin şaheseri Fütûhât-ı Mekkiyye, kutsal topraklardan tüm insanlığa açılan bilgi ve hikmet fetihleri, ilk defa tam olarak başka bir dile çevrilerek yayınlanıyor! Doğu ve Batı düşüncesinde derin izler bırakmış, mistik gnostik (irfânî) pek çok akımlara kaynaklık etmiş büyük düşünür İbn Arabî’yi ‘Şeyhü’l-Ekber’ yani en büyük üstad yapan bu topraklarda bizzat kendisinin el yazısıyla titizlikle korunmuş olan bu dev eser, on sekiz kitaplık bir seri halinde tam metniyle Litera Yayıncılık ‘literalliği’ ve kalitesiyle yayınlanarak tamamlanmıştır! (s.9, Yayıncının Önsözü’nden ilk paragraf)
“(…) Şarap içen kötü bir iş yapmıştır, çünkü şarap aklı sarhoş eder, düşünceyle araya perdeler çeker. Sarhoşluk sonuçları haberlere yerleştirir, perdeler kaktığı için sırları izhar eder; hâlbuki güçlü bir otoriteye sahip ve ulvî derecedeki o sırların dünyada ifşa edilmesi yasaklanmıştır. Bu nedenle söz konusu sırlar her nerede olursa olsun, içenlerin hazzı olduğu kadar bu nedenle de (onlara ulaşmak) çetin olmuş ve kolay olmamıştır. Dünyada yasaklanmış bu sırlar ahirette ise ikram edilecektir. Şarap cennetteki nehirlerin en lezzetlisiyken ihsan makamı da ona aittir. Onunla ilgili ihsanlar boldur. Bu nedenle hükmünün ulaştığı kimse hata etmez ve şöyle der: Ben bir kez sarhoş olunca / Bir köşk ve divan sahibi sayarım kendimi. . Adam doğru söylemektedir. Hükmü kendisini terk edip belirtileri silinince yine aynı sözü söyler ve yine doğru söyler. Buna mukabil Hak şöyle der: Lakin ayıldığımda bu kez ben / Arzunun ve devenin sahibiyim. . Bu makam daha üstündür, çünkü o hayatın ve canlılığın rabbidir. Bunu iyice düşünmelisin ve bu ölçüyü anlamalısın!
Bunlardan birisi de iki yüz elli yedinci bölümden ‘Kanan kişi taşkınlık yapar’ bahsidir: Kanarak içen taşkınlık ederken, taşkınlık eden de düşer. (Hz. Âdem’in) O’nun önünde düşüp (yeryüzüne) ‘hübût’ ettiğini ve indiğini görmez misin? Düşerken hata etmiş, Rabbinden öğrendiği kelimeleri telakki edip onlarla tövbe etmiş, en güzel netice ve varış yerine nail olmuştur. Bunun nedeni günah işlerken yasağı çiğnemek veya ışıktan karanlığa çıkmak gibi belirli bir maksadı taşımamış olmasıydı. Bu itibarla cezaya maruz kalsa bile arifin hata işlemesi, ona dönük bir ihsan ve hediyeyken hediye alan kişi ‘odalar içerisinde’ emin ve güvenli bir haldedir. Bilginin değeri sahibine yani alime hükümleri olmayan tüm mertebeleri vermektir. Bu sırrı bilen kişi, onu bilenin Rabbinin hiçbir emrini ihlal etmeyeceğini öğrenir; ihlal eder ve hüküm verirse, cahil ve zalim sayılır. Bununla beraber bilgisiyle asi olmuş, hükmüyle karşı çıkmıştır. İtikat etse bile, asi olduğunu söylemez. Böyle birisi muttali olan ve müşahede eden biridir. Aynı durum kıyamet saati gelince O’na itaat edenler için geçerlidir. Dolayısıyla âlimler, hüküm verenler ve hikmet sahipleridir. Onlar hiçbir şeyin değerini çoğaltmayacakları gibi hiçbir yaratılışın (ve âlemin) düsturunu başka bir sınıra taşımazlar (her şeye hakkını verirler). Bu ‘kanma’ hali olmasaydı, nebiler olmaz, hüküm itibariyle Allah düşmanları ile veliler arasında fark kalmaz, mertebeler bilinmez, mezhepler ortaya konulmaz, teklif olmaz, tasarruflar hüküm veremez, ‘belli süre ve ecel’ olmayacağı gibi gören ile kör ayırt edilemezdi.
Bunlardan birisi de iki yüz elli sekizinci bölümden ‘Suyundan kana kana içmeyen O’nun nebilerinden değildir’bahsidir: Sudan içen, âlimlerin sâhip olduğu hayatla canlanırken, süt içen Yemen adamları arasında belirginleşir ve farklılaşır. Saf bal içen kişi ilhamına hakkını veren iken şarabı içen ise hakikati gizleyemez. Şarap müsamahaya yol açarken süt ifadeye, su ruhların hayat sahibi olmasına yol açar. Bal ‘kanat’ sahiplerinin bilgisidir. O bilgi açık bilgidir. (…) Hâlbuki dünya perde yeridir ve dolayısıyla kapının kapalı olması ve perdenin bulunması şarttır. Onlar derin akıl sahibi olan peygamberlerdir. (…) Halifeler perdeli nefisleri peygamberlerin belirleyip ortaya koydukları ilahi maksada uygun hükümlere ve emirlere uymaya zorlarlar. (…) Dolayısıyla beden toprağa katılırken güneşe benzetilen ruhla insan yükselir, Allah’a izafe edilen ruha katılır ve o ruhla birlikte ilahi huzura girer. Orası kudsiyet mertebesi ve ünsiyet meclisidir. (…) Bu itibarla Allah saadete ermiş mutluya emelini verirken bedbaht ve şakiyi terk eder ve başarısız bırakır. (…) Allah’a kimseyi ortak koşma ve tevhidi dayanak edin.”
No Comments