“Tek dünyalılık küfrün beslendiği en gür kaynaktır.” (küfr: ‘iman’ın zıddı)

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında OLMAK VEYA OLMAMAK başlığıyla çıkan 29 Muharrem 1445 (16 Ağustos 2023) tarihli yazısının (www.istiklalmarsidernegi.org.tr / IsmetOzel?Id=187&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının birinci paragrafının ortalarından bir alıntı cümle olup bu yazının başlığını teşkil etmektedir) oluşturacak bu yazıyı.

“Yaşayıp yaşamadığı tartışma konusu olan William Shakespeare Britanya’daki en yüksek tabakanın fikrî yapısını yani tek dünyalılığı temsil etmeğe dönük şeyler yazdı. Yazdıkları hepimize birer edebiyat şaheseri olarak kabul ettirildi. Shakespeare’in tiyatro eserlerinin tamamının tarihten veya efsanelerden alındığına dikkat etmedik.

Bir meleğin nasıl olup da şeytanlaştığını hatırlayın. Biz Müslümanlar ona balçıktan yaratılmış olana secde etmeği reddettiği için şeytan diyoruz. (…) Ne var ki, unuttuğu bir husus vardı: Allah Âdem’e cümle yaratıkların adlarını öğretmişti. Yaratıkların adlarını öğrenmekle XVIII. Hıristiyan yüzyılında Avrupa’da yaygınlaşan aydınlanmanın birbirine eşit olmadığını fark etmemiz gerekiyor. Aydınlanma için ışığın her nasılsa size ulaşması kâfidir. Ona metafizik bir beklenti de diyebiliriz. Oysa karşımıza gelişmenin bir cüzü olarak çıkan öğrenme, tamamen öğrencinin çabasıyla kayıtlıdır. Faust Goethe’nin parlak bir eseridir ve fakat dayandığı insanın dünya hakimiyeti mukabili ruhunu şeytana sattığı tezi tarihin bize öğrettikleriyle uyuşmaz. Batı ruhunu şeytana sattığı için değil, bizâtihi şeytanlaştığı, beyaz ırkın üstünlüğü fikrini kendinde sabitleştirdiği için yer kürede hakimiyet kurmuştur.

Gerçek kurtuluşun iliklerimize kadar işlemiş Batı tasallutundan kurtulmak suretiyle vuku bulacağını iddia ediyoruz. Nasıl olacak bu? Batı Medeniyeti karşısında İslâm Medeniyeti’nin yer aldığı tezi tutarlı mı? Değil, çünkü Batı yükselmek için ihtiyaç duyduğu her şeyi Doğu’dan devşirmiştir demek müstemlekecilik dâhil Batı’nın işlediği her suça ortaklığı peşinen kabul etmek anlamına gelir.

Avrupa keşfettiğini iddia ettiği yerleri bu küçük kıtanın hükümdarları adına istimlâk etti. Böylece kapitalizmi şaha kaldıran müstemlekecilik başlamış oldu. Türkler dünyadaki her kötü niyetli kimsenin düşmanlığını bu suçu işlemedikleri için celp etti. Bugün Türkiye’de duvar yazısı olarak “Zulüm 1453’te başladı” cümlesini görebiliyoruz. Gerçekten öyle mi oldu; yoksa Fatih Sultan Mehmet bir Rönesans prensi olarak dünyaya Avrupa’daki işleyişten farklı bir yönetim tarzı mı teklif ediyordu? Bence gerçekleşen ikincisidir; ama Osmanlı devlet ricali elindekinin kıymetinden habersiz kalma bakımından yerkürenin en dikkate değer zümresi şeklini almağı tercih etti. Tepeden inmeciliği Türk toplumunun uğradığı falâket sanmak ahmakçadır. Tepede kim var ona bakmak lâzım. (…) Muhasebeyi geçmiş hatalara yeniden düşmek kastıyla yürütmek muhasebe değildir. Toplum hayatında neyin eksi, neyin artı olduğunun bilincine varmak elzemdir. Bu bilinç milletimize kaybederek kazanma fikriyle ulaşabilir. (…) Nerede sıradan halk bilinçlenmişse orada millî şuur doğmuştur. (…) Halkın bilinçlenmesi toplumu millî şuura götürür. Oysa tersi olmaz. (…) Yapaylıklar halkı bilinçlendirmez. Halkın bilinçlenmesinden ne anlaşılacağını fark etmek için Rusya’ya bakmak lâzım. Rusya’da halkın hayatı dediğimiz her ne ise onu doğrudan etkileyen bir tahsil hayatı var. Bu hayat komünizme özenen yönetim tarafından değil, Çarlık Rusya’sı tarafından tesis edildi. Osmanlı devletini yaralı adam benzetmesine uğratan Çar I. Nikolay “Kölelerin kendilerini kurtarmağa yarar araçları yok. Rusya’dan köleliğin kalkmasını istiyorsak kölelere kendi kurtuluşları adına yardım etmeliyiz” demişti. (…) Öğrenmeği doğru taraftan öğrenmiş olan öğretmeği de bilir. Türk millî eğitimi Cumhuriyet idaresinin yegâne dayanağıydı. (…) Bu sebeple eğitimin her seviyesi ciddiye alınıyordu. (…) İlk mektep “şehadetnamesi” elde edenler devlet dairelerine müstahdem olarak alınma hakkına sahipti. Orta mektep mezunları kadrolu devlet memuru olabiliyordu. Lise 1953 yılında üç seneye indirilmeden önce 4 seneydi ve mezuniyetinden sonra ‘olgunluk’ sınavı verenler üniversiteye kaydolabiliyordu. Milâdî 1953 yılı millî eğitim bakımından dikkate değerdir. O yıl lise mezunlarının olgunluk sınavı yok edildi ve lise tahsili 4 yıldan 3 yıla indi. Lise mezunlarının yedek subaylık hakkı ise 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesinin bir marifeti olarak ortadan kaldırıldı. (…) Türk gençlerinin sıkı bir eğitimden geçmesinin kendi ikballerine zarar vereceğine inananlar pes etmedi. (…) Bugün ne öğrettiğinden habersiz elemanlarla tıka basa dolu öğretim kurumlarımız var. Oysa Cumhuriyetin ilânını takip eden yıllarda ders kitaplarının yazarının adı kapakta yer alırdı. Yazarın adının altında şöyle bir açıklama kimseyi şaşırtmazdı: Kabataş Lisesi kimya öğretmeni. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked