İbrahim Kalın’ın “Barbar Modern Medenî – Medeniyet Üzerine Notlar” kitabının başlarından alıntılar

 

“Medeniyeti işlevsiz bir soyutlama ve seküler bir din olarak reddeden İsmet Özel’in Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma adlı eseri yahut Nobel edebiyat ödülü sahibi Güney Afrikalı edebiyatçı J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, medeniyet kavramının farklı gerekçelerle yüceltilmesine karşı çıkan çalışmalar arasında zikredilebilir.

İslam inancı, dünyanın geçici bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu söyler. Fakat bu, Allah’ın hikmet ve nizam üzere yarattığı ve bundan dolayı zatî bir değere sahip olan dünyanın büsbütün ihmal edilmesi anlamına gelmez. İslam dünyadan kaçmaz; onu varlık hiyerarşisi içinde doğru bir yere oturtur. (…) Hedef, dünyaya köle olmadan onu dönüştürmek, işlemek ve insanlığın hayrına kullanmaktır. (…) Kâmil insanlar yokluk ve darlıkta da şükredebilen kişilerdir.

“(…) Gerald Heard, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında yayımladığı Man The Master adlı eserinde medenîliğin nasıl “sanayileşme” ve “mekanikleşme” ile eş anlamlı hale geldiğine işaret eder.

Bilim, teknoloji ve sanayinin yanı sıra kapitalist üretim biçimi de medenîliğin bir ölçütü olarak vazedilmiştir. (…) Albert Schweitzer, modern kapitalizmin ve teknolojinin medeniyeti imkânsız hale getirdiğini söyler. O’na göre, kapitalizm ile medeniyeti telif etmek (uzlaştırmak) mümkün değildir zira modern ekonomik sistem giderek bir makine medeniyetine dönüşmekte ve insanı kendi eliyle ürettiği makineyle aynı varlık düzeyine indirgemektedir. (dipnot: Bkz. Ananda Coomaraswamy, “What is Civilization”, The Essential Ananda K. Coomaraswamy (İndiana:World Wisdom, 2004), s.206-208) Bu ise yabancılaşma dediğimiz durumu ortaya çıkarmaktadır. Marx’a göre kapitalist sistem derin bir yabancılaşmaya yol açar; emek ile sermaye arasında kategorik bir ayrım yapar ve emeği alınıp satılan bir meta haline getirir. (…) Marx’ın ifadesiyle artık “Emek işçinin dışında bir şeydir ve onun tabiatının bir parçası değildir.”(dipnot: Karl Marx, Selected Writings in Sociology and Social Philosophy, ed.T.B.Bottomore ve M.Rubel, (Middlesex: Penguin Books,1973),s. 277)

İsmail Kara’nın dikkat çektiği gibi İbn Sina tıbbının sıtmanın tedavisine, Câhız’ın kimyasının ve İbn Rüşd’ün hikmetinin lokomotif, vapur ve telgrafa indirgenmesi, teknik yetersizlikten öte büyük bir metafizik daralma ve fakirleşmeyi işaret eder. (…) Asıl tehlikeli olan iddia ise şudur: Yeni dünya medeniyetine dâhil olmak için artık metafiziğe ve hikmete ihtiyaç yoktur.

“Bir ikinci medeniyet yoktur; medeniyet, Avrupa medeniyetidir; bunu gülü ve dikeni ile isticnâs etmeğe (cinsine benzetmeğe) mecburuz”diyen Abdullah Cevdet gibi radikal Batılılaşmacılara karşı, Mehmed Akif ve Said Halim Paşa gibi düşünürlerin cevabı da açık ve sert olmuştur. Said Halim, körü körüne Avrupa/Batı hayranlığını, hızla sirayet eden bir aydın hastalığı olarak tarif eder.

Kur’an’da sıkça geçen ‘beşer’ ve ‘insan’ kavramları, Âdemoğlunun iki varlık mertebesine atıfta bulunur. Beşer, insanın maddî, hazzî ve sonlu yönünü işaret ederken hayvan ile insan arasında kalan bir idrak ve var olma düzeyine gönderme yapar. İnsan ise ilâhî mesajın muhatabı olarak akıl, erdem ve özgürlük mertebesine yükselmiş bireyi ifade eder. Beşer mertebesinde kalanlarda akıl ve ruh değil, madde ve haz ağır basar. İnsaniyet mertebesine ulaşanlar maddî varlıklarının farkındadırlar ama onun ötesinde bir cevherlerinin ve gayelerinin olduğunu da bilirler. İslam düşünce geleneğinde bu, “mekârimü’l-ahlâk” ve “tehzîbü’l-ahlâk” kavramlarıyla anlatılır. İlki “keremler, cömertlikler, eli açıklıklar ahlâkı”; ikincisi “ahlâkı düzeltme” anlamındadır. (…) Hz.Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” der. Medenîleşme değer ve ahlâk merkezli bir süreçtir ve beşer olmaktan insan olmak mertebesine yükselme sürecinin adıdır. Hz.Âdem kâmil insanı temsil eder. Onun şeytanla olan imtihanı ve cennetten çıkarılarak yeryüzüne gönderilmesi, insanın bu âlemdeki serüveninin en önemli yol işaretleridir. Ona yüklenen bu emanet ağırdır ama aynı zamanda bir ihsan ve lütuftur. Âdem olarak insan, sonlu ve fânî bir dünyada sonsuz ve bâkî olan hakikate kement atmış kişidir. Onun dünyada kurduğu yaşam alanı (habitat) , herhangi bir yer veya mekân değil, insanlığını gerçekleştirdiği varlık mertebesidir. Zevk-i selîm ve letâfet duygusu, bu var olma biçimini beslediği oranda anlamlı ve değerlidir. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked