“Sûfîlere göre idrak seviyeleri ve anlama problemi: Niyazi-i Mısrî örneği”
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın “tasavvuf düşüncesi Makaleler-Konferanslar l” (SUFİ KİTAP 2. Baskı Aralık 2014) kitabının, bu yazının da başlığını alıntı olarak teşkil eden başlıklı bölümünün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Niyazi Mısrî “Hz. Muhammed’in yoluna gidenlerin, izinden gidenlerin yoluna kurban olsun” dediği gibi biz de böyle büyük bir şahsiyetin önünde saygıyla eğiliyoruz. Burada sizlere Niyazi Mısrî gibi bir bilgenin gönlünden taşan ve edebî sanatlar içerisinde adına şiir denilen ârifâne nutuklarından seçmiş olduğum bazı dizelerini açmaya çalışacağım.
“Anlaşılma problemi” insanlığın düşünce tarihinin en mühim konularından birisi olarak karşımıza çıkar. Ne söylerseniz söyleyiniz, bütün söyledikleriniz karşınızdakinin anlayışı kadar olacaktır.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de mütemadiyen “anlamak” ve “anlamamak” zıtlığı üzerinde âyetler bulunmaktadır. Hadis-i şeriflere baktığımızda da aynı şeyi görmekteyiz. “Efela ta’kilûn”, “Akletmez misiniz? Anlamaz mısınız?” yahut da “Niye anlamıyorsunuz?” mealinde onlarca âyet bulunmaktadır. Kur’ân’da bize öğretilen dualara, Peygamber dualarına baktığımız zaman hep idrak seviyemizin yükseltilmesi talebinde bulunulduğu görülmektedir.
“Rabbi‘ş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlü’l ukdeten min lisânî yefkahu kavlî.” Yani “Ey Rabbim! Sadrımı aç, işlerimi kolay kıl, dilimdeki kekrekliği gider ki sözlerim anlaşılsın.” Aslında anlamak ilimde, irfanda derinleşmekle paralel olarak ortaya çıkan tabii bir sonuçtur. Bu yüzden özellikle varlığın sırlarını anlamak, başlı başına bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. O zaman bizlerin bu yeryüzü hayatı bir bakıma topyekün bir “anlama” çabası olmaktadır. Yani biz bu hayatı ”anlamak” üzere yaşıyoruz. Nereden geldiğimizi, halihazırda nerede bulunduğumuzu ve nereye doğru gitmekte olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki insan ve kâinat bir manâ üzere yaratılmıştır. Niyazi Mısrî ve ondan evvel yaşamış birçok ârif, serdetmiş oldukları yüksek manâ seviyesinden dolayı o seviyede olmayanlarca ya hiç anlaşılmamışlar yahut yanlış anlaşılmışlardır. (…) En yakınları tarafından dışlanan peygamberler anlaşılamamışlardır. Ârifler bu durumun tabii olduğunu söylerler çünkü bilirler ki herkes anlayası değil. Kur’ân’da bunun için “Ve ekseruhum lâ ya’lemûn” “Çokları bilmezler.” buyrulmaktadır.” Dışlama yapmadıkları sürece, anlamamaları aslında ârifleri çok da rencide edecek değildir. Çünkü onlar herkesin her şeyi anlayamayacağına peşinen inanan kimselerdir. Anlamanın dereceleri vardır. (…) Hepimiz onların yaptığı şu duayı tekrarlıyoruz: “Rabbim, anlayışımızı yükselt, kavrayışımızı derinleştir” Niyazi Mısrî’nin başlıca şiirlerinden biri şöyle başlar: Zât-ı Hakk’da mahrem-i irfân olan anlar bizi / İlm-i sır’da bahr-i bî-pâyân olan anlar bizi (…)”
No Comments